KAFEİN

Filed under: by: İbrahim TERLEMEZ

O, dünyanın en popüler psikoaktif maddesi. Aklımızı karıştırıyor, sinirlerimizi geriyor, uykumuzu çalıyor. Ve onsuz bir yaşam sürmeyi reddediyoruz.

Popüler bir dans parçasının art arda gümleyen nakarat bölümü iki metre boyundaki hoparlör­lerden Öylesine bangır bangır yükseliyor ki, yankılanan her bir bas nota ahşap dans pistini dep­rem oluyormuşçasına sarsıyor. Göz kamaştıran kırmızı ışık, ter kokulan ve sigara dumanının iç içe geçtiği mor sisin arasından dans eden çiftleri aydınlatıyor: Mohıkan saçlı erkekler ve iş­levsel bir yararı olamayacak kadar küçük boyutlardaki vinil etekleriyle kadınlar... Londra'nın popüler dans kulübü Egg'de saat sabahın 4.45'i; dans edenler arasından birkaçı ya kanepelere yığılmış ya da kendini bara atmış. Ama çoğunluk, uzun bir gecenin içki, uyarıcı madde ve tü­tün sarfiyatına ve yeri göğü inleten gürültüsüne bana mısın demeden, zangırdayan ahşap pis­tin üzerinde hâlâ şevkle ve neşe içinde salınıp duruyor. Bunu nasıl başarıyorlar? "Aslında genellikle sabaha karşı dört buçuk civarında bîr canlanmaya tanık olu­yoruz" diyor Egg'in yöneticisi Simon Patrick. "O saatlerde herkes Red Bull iç­mek için bara üşüşüyor. Sonra sabaha kadar dans ediyorlar. Saat yedide on­ları kulüpten zor çıkarıyoruz."

Araştırmalar, dışadönük kişilerin kafeinin etkisine içedönük kişilerden daha az duyarlı olduğunu gösteriyor
Ayağında dans ayakkabıları ve her iki elinde de enerji içeceği Red Bull kutularıyla
pistte bir uçtan öbür uca süzülen Lee Murphy, müziğin gürültüsü içinde sesini duyurmaya çalışarak, "Tüm bedeniniz sanki 'hızlı ileri sarma' düğmesine basılmış gibi oluyor" diye bağırıyor. 29 ya­şındaki Londralı hastabakıcı, "Sabah dört-beş sularında zilzurna sarhoş oluyorsunuz" diyor.

"İşte Red Bull burada devreye giriyor. İki kutu içiyorum; ya­rım litre speed çakmaya benziyor."

Enerji içeceği adıyla kutularda satılan karışımlar, Lee Murphy ve dünyanın dört bir yanındaki diğer gece kulübü müdavimleri açısından -bu arada bu liste maraton koşucuları, dağ bisikletçileri, savaş pilotları, gece gündüz durmaksızın sınavla­ra hazırlanan üni­versite öğrencileri ve uyumadan önce 10 kilometre daha gitmeyi uman gece yolcusu kamyoncular vb, diye uzayıp gidiyor- insanlığın kullandığı en eski uyarıcı maddelerden birinin kafeinin, gazlı bir içecek halinde yeni bir sunumunu temsil ediyor. Büyük ticari başarı elde eden Avusturya ürünü Red Bull'un etkin bileşenini, diğer birkaç diğer birkaç bileşenle karıştırılmış hatırı sayılır miktardaki kafein oluşturuyor. 250 mililitrelik bîr kutu Red Bull, 350 mililitrelik bir kutu içecekten iki-üç kat daha fazla kafein içeriyor.

Fiziksel yorgunluğu gidermekle kalmayıp zihin açıklığı da veren çifte etkisi, kafeinin nikotin ve alkol gibi maddeleri çok geride bırakarak dünyanın en popüler keyif verici maddesi olmasını sağlayan nedenlerden biri. Kafein, meşrubat büfesi ya da espresso barın yanı sıra diyet arı ve ağrı kesicilerde de karşımıza çıkıyor. Ve, çocuklarımıza (tüm o gazozlar ve çikolata­lar yoluyla) düzenli olarak verdiğimiz, alışkan­lık yapıcı tek psikoaktif madde de bu. İşin doğ­rusu, gelişmiş ülkelerde bebeklerin çoğu -annenin içtiği kahve ya da buzlu çaydan göbek kor­donu yoluyla geçen- kafein izleriyle dünyaya ge­liyor.

Sizin dozunuz ne kadar?

İlaç üreticileri piyasaya sürdükleri ilaçlardaki kafein miktarını etikette belirtmek zorunda; gıda ve içecek firmalarınınsa böyle bir zorunluluğu yok. Bilinen bazı ürünlerle ilgili bu örnekler, aldığınız dozların ne kadar hızlı artabileceğini gösteriyor.

Bademli sütlü çikolata, 170 gramda 25 mg
Espresso, 30cc'iik fincanda 40 mg
Demlenmiş çay, 240 cc'lik fincanda.. 50 mg
Coca-Cola, 600 cc'lik fincanda 57 mg
Red Bull enerji içeceği, 250 mL'lik kutuda 80 mg
Excedrin ağrı kesici, 2 tablette 130 mg
Filtre kahve, 355 mL'lik fincanda 200 mg

Kafeinin yaygın kullanımı, bazı bilim insan­ları ve kamu sağlığı savunucularını kaygılandırsa da bu, popülerliğine gölge düşürmedi. Red Bull'un ve onu taklit eden benzeri enerji içecek­lerinin satışlarında patlama yaşanıyor. Bu ara­da tüm dünyada hızla yeni coffee shop'lar açılı­yor. Starbucks her İş günü gezegenin bir yerle­rinde zincirine dört yeni şube daha ekliyor ve 200 kişi daha işe alıyor.

Kafein eklenen ağrı kesicilerin tek başına kullanılan analjeziklerden daha etkili olduğu anlaşıldı.

İnsanların kahve ve çayın uyarıcı etkisi­nin aynı kimyasal maddeden kaynaklandığını öğrenmeleri üzerinden henüz 200 yıl dahi geçmedi. Çay, kahve, kakao ve kola ağacının yanı sıra 60'ı aşkın daha bitkinin yaprak, tohum ve meyvelerinde doğal olarak bulunan bir alkalo­it olan bu "mucize ilaç", Taoculuğun büyük ön­deri Lao-tzu'nun yeni öğretisine, Taoizm'e, ina­nanlara çayı bir iksir olarak tavsiye ettiği söylenen bir döneme, İÖ 6. yy kadar eskilere, uzanan bir tarihten bu yana insanlara salık veriliyor.

Ama 1820'ye, Batı Avrupa'da coffee shop'ların mantar gibi bitmesini izleyen döneme kadar, bu içeceği bu kadar popüler yapan şeyin ne olduğu merak edilmedi ve ancak bu tarihte ye­ni nesil bilim insanları bu sorunun yanıtını ara­maya başladı. Kimyager Friedlieb Ferdinand Runge, bu maddeyi kahve çekirdeğinden ayrış­tıran ilk isimdi. Yeni keşfedilen maddeye, kah­vede bulunan şey anlamında "kafein" adı veril­di. 1838'de ise kimyagerler çaydaki etkin bileşe­nin Runge'nin kafeiniyle aynı madde olduğunu fark ettiler. Yüzyıl sona ermeden aynı madde, kola tohumlarında ve kakaoda da bulunacaktı.

Ucuz markalarda kullanılan Robusta çekirdekleri, kahve tutkunlarının gözdesi Arabica çekirdeklerinden neredeyse iki kat daha fazla kafein içeriyor.

Kahve ve çayın Avrupa'da tutulmasının Sa­nayi Devrimi'ni müjdeleyen ilk fabrikaların faaliyete geçtiği döneme denk gelmesi, pek de rast­lantı sayılmaz. Kafeinli içeceklerin -her zaman her yerde bulunan biranın yerini alarak- yaygın tüketimine başlanması, insan emeğinin çiftlik­ten fabrikaya geçtiği bu büyük ekonomik dönü­şümü kolaylaştırdı. Kahve ya da çay hazırlamak için suyun kaynatılması, kalabalık kentlerdeki işçilerde hastalık vakalarının azalmasına yar­dımcı oldu. Ayrıca, vücutlarındaki kafein işba­şında uyuyakalmalarını da engelliyordu.

Modern dünya varlığını bir anlamda kafeine borçlu. Ve dünyamız modernleştikçe bu maddeye duyduğumuz gereksinim de gittikçe artı­yor gibi görünüyor.

Kahvenin -ya da diyet kola veya Red Bull'un-yataktan kalkmamızı ve işi sürdürmemizi sağ­layan bu ayıltıcı etkisi olmasaydı, gelişmiş dünyanın 24 saat çalışan toplumu davar olamazdı. Harvard Tıp Fakültesi'nden sinirbilimci ve uyku uzmanı Charles Czeisler, "İnsanlığın varoluş sürecinin çok büyük bir bölümünde uy­ku ve uyanıklık döngüsü, temelde gün ışığı ve mevsimlerle ilgili bir meseleydi" diye açıklıyor. "Çalışmanın doğasının, zamanın, güneşin do­ğuşu ve batışı yerine saate göre ayarlandığı ka­palı yerlerde çalışma düzenine geçilmesi para­lelinde değişmesiyle, insanların da buna uyum sağlaması gerekti. Kafeinli gıdalar ve içeceklerin yaygın tüketimi -elektriğin keşfiyle birlikte- in­sanların gün ışığına ya da doğal uyku döngüsü­ne göre değil de, saate göre belirlenen çalışma sürelerinin altından kalkmasını sağladı."

48 saat uyumamış denekler üzerine yapılan askeri araştırmalar, 600 mg kafeinin 20 mg amfetamin kadar dikkati artırdığını ve keyif verdiğini gösterdi.

Kanada'da gerçekleştirilen "Gece Şahini Tatbikatı" sırasında 52 saatte yalnızca üç saat uyumalarına izin verilen yorgun askerler (solda), "yorgunluğa karşı önlem" olarak her birinde 100 miligram kafein olan sakızları test ettiler (altta). Çiğnenmiş kafein doğrudan ağız mukozası tarafından emiliyor ve bu nedenle içecekler ya da haplardakinden üç kat daha hızlı bir şekilde etkisini gösteriyor.

Ender olarak kafein tüketen Czeisler, beyaz laboratuar önlüğünün içinde son derece enerjik ve zinde. Boston'daki laboratuarında dört dönerek raflardan çeşitli dergilerdeki makalele­ri indiriyor ve kilit veri noktaları bulmak için bir yığın çizelgeyi tarıyor. "Kafein, uyanıklığı ar­tırıcı terapötik bir madde" diyor.

Kafein ve Siz

Günde ortalama 650 miligram kafeine (yaklaşık 355 mililitrelik üç fincan kahve) alışmış tüketiciler, bu dozu almadıklarında, beyinlerindeki görsel ve işitsel etkinlik (solda, taramalarda parlak renklerle gösteriliyor) düşük düzeydeydi. 250 miligram kafein verildiğinde etkinlikleri arttı. Ama bu artış, ancak, arada bir kafein tüketen ve o anda kafein almamış deneklerinkine eşit düzeylerdeydi. Araştırmacı Paul Laurienti, "Düzenli olarak yüksek dozlarda kafein alıyorsanız," diyor, "beyninizin normal işlevlerini yerine getirmesi için ona gereksinim duyarsınız".

Bilim insanları, kafeinin "uyanıklığı artırıcı" gücünü açıklayacak çeşitli kuramlar geliştirdiler. Günümüzdeki ortak kanı, kafeinin insan vü­cudunda doğal bir uyku ilacı işlevi gören bir kimyasal olan adenozinle etkileşime girmesi üze­rine odaklanıyor. Kafein, adenozinin uyutucu etkisini engelliyor ve uyanık kalmamızı sağlıyor. Ayrıca, makul miktarlarda alındığında keyif ve­ren ve aktif olmayı sağlayan bir madde özelliği gösterdiği için, sabahın üçünde laboratuara tı­kılıp kalmış öğrenciler ve akademisyenler içinde etkili bir iksir. Genellikle gece hiç uyumadan denklemleri üzerine çalışan Macar matematik­çi Paul Erdös de, "Matematikçi, kahveyi teorem­lere dönüştüren bir makinedir" deyişiyle ünlü.

Bir buçuk gün süresince kafein almamak beyinde kan akışını artırıyor, bu da insanların kafeini bırakmalarından hemen sonra yaşadıkları baş ağrılarına açıklık getirebilir.

Kafein, uykuyu kaçırma özelliği nedeniyle uzun yol yolcularının da tercihi. Jet lag'e karşı, okyanusaşırı uçuşlardaki koltuk sayısı kadar ça­re var. Ancak Bennett Alan Weinberg ve Bonnie K. Bealer'ın The Caffeine Advantage adlı ki­tapta özetlediği bir yaklaşımda, yolculuktan bir­kaç gün önce kafeinden kaçınmanız, uçaktan indiğinizde de, varış yerinizdeki normal yatma saatinize kadar ayık kalmanız için -tercihen gün ışığında- birkaç kez düşük miktarlarda kahve ya da çay içmeniz öneriliyor. (Bu makale üzerine çalışırken haftalar boyunca dünyanın dört bir yanma yaptığım yolculuklar sırasında bu yöntem bende işe yaradı.)

"Kafein, hepimizin doğuştan programlı ol­duğu sirkadyen (24 saatlik) ritimden çıkmaya çalışanların işini kolaylaştırır" diyor Czeisler. Bunu söyledikten sonra güleç yüzünden bir göl­ge geçiyor ve sesinin tonu bir anda değişiyor, "öte yandan," diyor ciddi bir ifadeyle, "tüm bu fazladan uyanık kalmalar için ödenen çok, çok ağır bir bedel var." Doktor, yeterli uyku alınma­ması halinde -24 saatte ortalama sekiz saatlik uyku yeterli oluyor- insan bedeninin fiziksel, zihinsel ya da duygusal açıdan işlevlerini en iyi şekilde yerine getiremeyeceğini söylüyor. "İn­sanlık olarak uykuya fena halde hasretiz."

Kafein o kadar keskin bir acılığı vardır ki, profesyonel yiyecek tadıcıların eğitimlerinde "acı"nın (bitter) ölçülerinden biri olarak kullanılır.

Aslına bakarsanız, diye sözlerini sürdürüyor profesör, modern dönemin kafein açlığının özünde bir kısırdöngü var. "Kafeinin tüm dün­yada tüketiliyor olmasının başlıca nedeni uya­nık kalmak" diyor Czeisler. "Öte yandan, insan­ların bu desteğe gereksinim duymasının başlıca nedeni de, yeterince uyumamak. Şunu bir dü­şünün: Kafein alarak zaten çoğunlukla kafein tüketmenin sonucu olan bir uyku açığını kapat­maya çalışıyoruz."

Dietrich Matescbitz'e soracak olursanız, ne kadar kafein tükettiği onun uykularını kaçı­ran bir sorun değil. Birkaç günlük beyaz sakalı­nın altında ışık saçan kocaman, dost canlısı bir gülümsemesi olan bu Avusturyalı pazarlama si­hirbazı, kendisini, ister sarp kayalıklara tırmansın, ister kayak yapmaya çıksın, ister Alplerde aşılması güç diklikteki bir yamaçta dağ bisikle­tinin pedallarını çevirsin, ya da işinin başında olsun, "riskle başı hoş biri" olarak tanınılıyor. Mateschitz'in riskle başının hoş olması anlaşı­lır bir şey, çünkü girdiği en büyük risk yepyeni bir ürünü süpermarket raflarına yerleştirerek, yüzlerce rakip ürünün ortaya çıkmasını sağla­yarak ve kendisine milyarlar kazandırarak kar­şılığını kat kat fazlasıyla ödedi; üstelik de topu topu 15 yılda.

1980'lerde Alman kozmetik şirketi Blendax'ta çalışan Mateschitz, Doğu Asya'da cilt bakım ürünleri ve diş macunu pazarlıyordu. Frank­furt'tan Tokyo ve Pekin'e sık sık yaptığı gece uçuşları kaçınılmaz olarak Mateschitz'in her ba­şına geldiğinde giderek daha çok nefret ettiği jet lag�e neden oluyordu. Sonuçta o bir satıcıydı ve işini doğru yapabilmesi için de enerjisinin do­ruğunda olması gerekiyordu. Ancak uzun uçuş­lar onu yorgun düşürüyor ve halsiz bırakıyor­du. Asya kentlerinin çoğunda taksi şoförlerinin sürekli küçük şişelerden yudumladıkları bir to­nik dikkatini çekmeye başladı. Bangkok'a yoru­cu bir yolculuktan sonra taksi şoförüne içeceği­ni kendisiyle paylaşıp paylaşmayacağını sordu. Evreka! "Jet lag falan kalmadı" diye anımsı­yor. "Bir anda kendimi çok zinde hissettim." Bu anıyı yaklaşık 20 yıl sonra anlatan Mateschitz o keşif anının büyük sevincini hâlâ anımsıyor. "O içeceklere Asya'nın her yanında rastlıyordum ve bu alanda devasa bir pazar vardı. Niye Ba­tı'da bu ürün yok diye düşündüm."

Kafeinsiz kahve üretmek için kahve çekirdeklerinden elde edilen kafein, ilaç ve içecek üreticilerine satılır.

Elbette Batı'da, Asya'da içilen bu karışımla­rın ana bileşeni, yani kafein zaten vardı. Dietrich Mateschitz e çok iyi gelen Krating Daeng (yani, kırmızı boğa anlamına gelen Red Bull) ad­lı o Tayland toniği, kafein, taurin adlı bir aminoasit ve glukoronolakton adlı bir karbonhid­ratın karışımıydı. Mateschitz, diş macunu pa­zarlama işini bırakıp, yaşamı boyunca biriktir­diği paraları Batı'da Krating Daeng satma izni­ne yatırdı. İçeceğin tadını ve ambalajını birazcık değiştirip -biraz da karbonat ekleyerek- 1980'lerin sonlarında Avrupa'da piyasaya sürdü.

Başlangıçta marketler bu enerji içeceğini na­sıl satacaklarını bilemediler. Daha önce böyle bir ürün olmaması nedeniyle bu ürünün paza­rı da yoktu. Mateschitz sorunu parlak bir reklâm kampanyasıyla çözdü. "Red Bull içilmez. Kullanılır" diyordu reklâmlar. "Uyumaktan başka yapacağınız daha iyi şeyler var." "Red Bull kanatlandırır."

Red Bull, uçurtmalı sörften yamaç paraşütü­ne dek çeşitli ekstrem spor etkinlikleri düzenlemeye başladı. Hedef kitle, eğitimli, dinamik ve yüksek gelirli Avrupalı genç kesimdi; yani gün boyu gerek stres gerekse temponun yoğun olduğu işyerlerinde çalışan, spor yapan ve gece boyu da kulüplerde sabahlara kadar içip dans eden insanlar.

Yüzyıl dönümüne gelindiğinde, votkayla Red Bull karıştırılarak yapılan Vodka Bull, Avrupa'nın kulüp müdavimleri arasında en çok rağ­bet edilen yeni kokteyl olmuştu bile. (Kulüpler­de Red Bull ve tekila karışımı Bullgarita, Red Bull şampanya karışımı Chambull ya da Red Bull, Jâgermeister karışımı Bullmeister da satı­lıyor.) Şirketin "Red Bull harikası 24 saat ayak­ta tutar" dediği reklâmlarında, "Alkolle karış­tırmak Red Bull'un özelliklerini değiştirmez" gi­bi iç rahatlatan bir söz de yer alıyordu.

Günümüzde bu ürün yüzden fazla ülkede, yılda yaklaşık iki milyar kutu satıyor. Mateschitz, Red Bull'un başarısındaki kendi rolünü al­çakgönüllülükle geri plana atıyor ve tüm mari­fetin "formül"de olduğunu söylüyor. "Pazarla­mada mevcut ürünlerden farklı olmalısınız" di­yor. "Şimdi, kahvede kafein var ama acı bir ta­da sahip, ayrıca soğuk ye ferahlatıcı değil. Diğer içecekler ferahlatıcı ve susuzluk giderici ama bir yarar sağlamıyorlar. Zevk vermek, pazarlama açısından iyi bir şey; ama yararı olan, bir işlevi yerine getiren zevkli bir içeceğin de pazarda ye­ri olduğunu fark ettik. Pazardaki açık budur; bu açığı dolduran da Red Bull'dur."

Bir gazoza yüksek dozlarda alışkanlık ya­pan madde katarak "işlev" yüklenmesi, bazı insanları oldukça endişelendiriyor. Fransa ve Da­nimarka, yüksek kafein düzeyinin ve diğer kat­kı maddelerinin yol açabileceği sağlık sorunla­rına ilişkin kaygılarını dile getirerek Red Bull gi­bi enerji içeceklerini tümüyle yasakladı. Başlan­gıçta, kendi vatanı Avusturya'da satılan Red Bull kutularında bile, Nicht mit Alkohol mischen -Al­kolle karıştırmayın uyarısı bulunuyordu.

İrlanda'da, maç öncesi birkaç kutu Red Bull içen 18 yaşındaki bir basketbol oyuncusunun sahada düşüp ölmesinin ardından endişeler arttı. Red Bull'un bu ani ölümde payı olup olma­dığı konusunda yapılan bir soruşturma sonuç­suz kaldı. Ancak sportif bir gencin açıklanama­yan ölümü, Dublin hükümetini enerji içecekle­rinin İrlanda halkının sağlığı üzerine etkisini in­celeyecek bir uyarıcı içecekler Komitesi oluş­turma konusunda harekete geçirdi.

Araştırmayı denetleyen İrlanda Gıda Güven­liği Kurulu'nun başkanı Martin Higgins, "İlk dikkatimi çeken şey, komite toplantısı sırasında ne kadar çok kahve içildiği oldu" diyor. "Sanı­rım hepimizin şu ya da bu şekilde uyarıcı alma­sı gerekiyor." Komite, Red Bull ve benzeri ürün­lerin tüm bileşenlerini incelediği halde en etkin maddenin kafein olduğu sonucuna vardı. "İnsanların para ödediği şey, enerji ya da fiziksel güçten çok kafeinin uyarıcı etkisiydi; özellikle de gece kulübü ortamında" diyor Higgins. "Ko­miteyi en çok endişelendiren şey de kafeindi."

Komite sonuç olarak, kafeinli enerji içecek­lerinin tüketilmesinde -makul ölçülerde oldu­ğu takdirde- ciddi bir risk görmedi. Komite, bu içeceklerin çocuklar, hamile kadınlar ve kafeine duyarlı kişiler için uygun olmadığına ilişkin uya­rı etiketleri konulmasını ve spor ya da egzersiz sırasında bedenin kaybettiği sıvıyı geri almak amacıyla kafeinli içeceklerin tüketilmemesi ge­rektiği yolunda kamuya yönelik sağlık duyuru­ları yapılmasını tavsiye kararı olarak aldı.

Geçtiğimiz yıl kısmen İrlanda'daki bu araş­tırmayı rehber alan Avrupa Birliği, litresinde 150 miligramın üstünde kafein bulunan ambalajlı içeceklerin üzerine "yüksek miktarda kafein içe­rir" uyarı etiketinin konmasını şart koşmaya başladı. Bu standarda göre Red Bull ve rakiple­rinin çoğu -ve bu arada eğer ondan söz edecek olursak bir fincan kahve de- yüksek kafeinli içe­cekler sınıfına giriyor, ama pek çok kola markası ve diğer içecekler girmiyor. Uyarı etiketi şartı, 25 AB ülkesinin tümünde geçerli. Avustralya ve Yeni Zelanda da kamunun uyarılması kuralını benimsedi. ABD'de bu tür bir kural olmasa da kutuda satılan enerji içeceklerinin çoğunda yi­ne de uyarılar yer alıyor.

İrlanda'daki Uyarıcı İçecekler Komitesi'nin izlediği süreçten hiç hoşnut kalmayan -hatta araştırma heyetinden çekilmeye karar veren- bir üyesi, psikolog Jack James, bazı içeceklerin yük­sek kafeinli olarak etiketlenmesinin kazandıracağı fazla bir şey olmadığı kanısında. Bu tür bir uyarı etiketiyle tüketicilerin kafein seviyesi dü­şük içecekleri tam bir güvenle içebileceğinin ima edildiğini belirtiyor ve bunun kanıtlarla destek­lenen bir çıkarım olmadığını söylüyor. Dünya­nın dört bir yanında insanlar yıllardan beri var olan kafein tüketimini sürdürürken, James de in­sanların bundan vazgeçmelerini gerektiren ne­denleri belgeliyor. Bir meslektaşı bir ara ona ka­fein savaşçısı adım takmış. James, dört saatlik söyleşimiz boyunca bir bardak ılık suyu yudumladı. Eskiden her gün kafein alan James, yıllar­dır kafeine büyük ölçüde veda etmiş. "Bilimsel toplantılarda insanlar bana, 'Hey, Jack, kahve is­ter misin?' diye takılıyorlar." James, meşrubat ve kahve sanayilerinin desteklediği araştırma ra­porlarını eleştiriyor; ona göre bu raporlar kafe­ini, potansiyel zararlı etkilerine ilişkin kanıtları göz ardı ederek zararsızmış gibi gösteriyor.

Kendi araştırma raporları, kafeinin tansiyo­nu yükselten ve dolayısıyla kalp hastalığı riski­ni artıran psikoaktif bir madde olduğu yönün­de uyarılarda bulunuyor. Ancak Jack James'in görüşü, kafeinle ilgili olarak kamuya yapılan sağ­lık duyurularının büyük çoğunluğuyla uyuşmu­yor. Kahve ve meşrubat sektörleri kafeinle ilgi­li bazı laboratuar çalışmalarını desteklese de bunlardan bağımsız çalışan birçok araştırmacı da var. Ve genel kabul gören düşünce ise, dün­yanın en popüler uyarıcısının makul seviyeler­de -300 miligrama kadar (günde bir-İki küçük, 350 mililitrelik, bir kupa kahve ya da altı-sekiz kutu arası içecek)- tüketilmesinin tehlikeli olmadığı yönündeymiş gibi görünüyor.

Durum böyle olsa da, kafeinin bir uyarıcı madde olduğu gerçeği, insanların bu konudaki kaygılarını açıklayabilir. Uzun yıllar süren araş­tırmaların sonuçlarına göre, kafein alan insan­larda böbrek ve mesane kanseri, fıbrokist göğüs hastalığı, pankreas kanseri ve osteoporoz (ke­mik erimesi) görülme oranı daha yüksek. Yinede bu bulgular kafeinin söz konusu hastalıkla­ra yol açtığını kanıtlamıyor. Yalnızca kısa vade­deki etkiler üzerine araştırma yapılabiliyor.

Diğer uyarıcı maddeler gibi kafeinin de zi­hinsel ve fiziksel işlevler üzerinde tartışmasız bir etkisi var. Denekler üzerinde yinelenen araş­tırmalar, kafeinin, analeptik (merkezi sinir sis­temini uyarıyor) ve ergojenik (fiziksel perfor­mansı artırıyor) olduğunu gösterdi. Aynı za­manda diüretik bir madde; gerçi yakın tarihli araştırmalar, daha önceki yaygın kanının aksi­ne, kafeinin makul miktarlarda alındığında spor­cularda bile dehidrasyona (su kaybına) yol aç­madığını gösteriyor. Kafeinli içecekler idrar atı­mım artırıyor artırmasına ama hemen hemen suyla aynı oranda. Kafein tansiyonu da yüksel­tiyor, ancak bu geçici bir etki. Ve bazı araştır­malar kafeinin kalsiyum kaybını artırdığını gös­terse de bunun etkisi, günde 30 mililitrelik sütle bertaraf edilebilecek kadar az.

Aslında, araştırmaların çoğu, kafeinin insan sağlığı açısından yararları olabileceğine de işa­ret ediyor. Yapılan çalışmaların gösterdiğine gö­re, ağrıların dindirilmesine, migren ağrılarını önlemeye, astım semptomlarını azaltmaya ve morali yükseltmeye katkısı olabiliyor. Zihinsel bir uyarıcı olarak dikkati, kavrayışı ve tepki hı­zını artırıyor; yorgunluğa karşı iyi geldiğinden uzun süre boyunca ara vermeksizin araba ve uçak kullanma, matematik problemlerini çöz­me ve bilgisayara veri girme gibi yoğun dikkat isteyen işlerde performansı yükseltiyor.

Dahası neredeyse tüm dünyada tüketilmesi­ne karşın kafein ender olarak kötüye kullanılan bir madde. Harvard Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü'nden davranışçı farmakolog Jack Bergman, "kafeinin aşırı alınması halinde kendi ken­dini durdurma eğilimi söz konusu" diyor, "Sinîrli ve tedirgin oluyor, devam etmek istemiyor­sunuz." O sinirli aşamaya gelinen nokta, kişi­den kişiye büyük ölçüde değişiyor. Bazı insan­lar kafeinin etkilerine genetik olarak daha du­yarlı gibi görünüyorlar ve küçük miktarlarda tüketseler dahi anksiyete artabiliyor. Küçük bir azınlıkta, 300 miligram ya da üzerindeki dozlar gerginliği, endişeyi hatta panik atakları tetikleyebiliyor; bu da sinirli insanların neden genel­likle daha az kafein tükettiğini gösteren araştır­ma sonuçlarına açıklık getirebilir.

Çocukların kafein tüketimi konusuna gelin­ce: Kiloları daha az olduğu için yetişkinlerden daha az kafein tüketmeleri gerektiği açık. İrlanda'daki Uyarıcı İçecekler Komitesi raporu, endişe ya da sinirliliği artırma olasılığına karşı ön­lem olarak, çocukların yüksek oranda kafein içe­ren içecekleri kullanmaktan vazgeçirilmesini öneriyor. Ama az miktardaki kafeinin çocukla­ra zararlı olup olmadığına ilişkin elde kesin bir kanıt yok. Avustralya Yeni Zelanda Gıda Dairesi'nin raporunda varılan sonuç şu; göründüğü kadarıyla çocuklar kafeini daha çabuk metabolize ediyor ve kafeinin etkisine -iyi ya da kötü yönde- yetişkinlerden daha duyarlı oldukları konusunda kaygılanmak için bir neden yok.

ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) müm­kün olduğunca kafeinden uzak durmasını öner­diği bir kesim olan hamile kadınlar için dahi günlük doz makul seviyede tutulduğu sürece büyük bir risk yokmuş gibi görünüyor. Yale Halk Sağlığı Fakültesi'nden perinatal epidemiyolog Michael Bracken, son 20 yıldır bebek bekleyen binlerce kadının alışkanlıklarını gözlemledi. "Günümüzdeki kanıtlara dayanarak hamile ka­dınlara şunu güvenle söyleyebiliriz: Günde 300 miligramdan az kafein alıyorsanız -yaklaşık ola­rak bir-iki fincan kahve- çocuğunuza zarar ve­recek bir şey yapmıyorsunuz."

"Kafeinle ilgili yapılan tüm o araştırmalara baktığınızda, makul seviyede tüketimin sağlığınıza zarar vereceğini öne sürmek çok zor" di­yor Bergman. "Davranışsal etkileri var, ancak hafif. Kuşkusuz bir miktar fiziksel bağımlılık ya­pıyor. Sabahları kalktığımda genellikle bir-iki fincan kahve içerim. Ama içmediğim zamanlar­da yoksunluk belirtileri şiddetli değil."

Bazı kafein tiryakileri Bergman'a itiraz ede­bilir: Bir-iki gün kafein alınmaması, baş ağrısı, sinirlilik, halsizlik ve tabii, uykulu olma haline neden olabiliyor. Ama kokain ya da eroini bı­rakmakla kıyaslandığında, kafeinden kısa süre­de ve kolayca kurtulabiliyorsunuz. Yoksunluk belirtileri genellikle İki ila dört günde kaybolsa da bir hafta ya da daha uzun sürdüğü olabili­yor. Yine de, kafein yoksunluğundan kaynakla­nan rahatsızlık belirtilerinden kaçınma arzusu, milyarlarca insanın neden her gün kafein tüket­meye bu kadar meraklı olduğunu açıklayabilir. "Sabahları ilk kahvemi içene kadar çekilmez olu­rum" diyen biri, bir anlamda, hafif bir bağım­lılık biçimini tanımlıyor.

Öte yandan, Jack James, fiziksel olarak kafein bağımlılığında görülen yaygınlığın -kafeinin moral verici etkisinin abartılması yoluyla- araştır­ma bulgularını çarpıtabileceğini iddia ediyor. Bir gruptakilere kafein verilen, diğerindekilere ve­rilmeyen iki denek grubunu karşılaştıran araş­tırmacıların elde ettiği sonuç, kafein verilen grup­ta ruh hali ya da performanstaki herhangi bir iyi­leşmenin, yoksunluk belirtilerinden kurtulma­nın verdiği rahatlama olabileceği yönünde. Surrey Üniversitesi'ndeki uyku araştırma merkezi fizyologlarından Derk-Jan Dijk, "Belki de hepi­miz sonsuz bir kısırdöngünün içindeyiz" diye onaylıyor. "Kafeinle zihniniz açılır. Ertesi sabah etki kaybolunca ise zihninizi açmak için yine ka­fein alma ihtiyacı duyarsınız. Belki de bu dön­güyü kırabiliriz. Benim gibi gündüz çalışanlar, belki kafeinsiz de gayet güzel idare edebiliriz."

Öte yandan, sabahtan -belki yanında bir poğaça ve çörekle- tadını çıkardığınız o kahve ya da çay ritüeli, yaşamın zevk aldığınız normal bir parçasıdır. Sakinleştiricidir. Günlük progra­mınızı düzene koymanıza yardımcı olur. Ve tüm bunlar hepimiz için yararlı olabilir. İnsanlar yüz­yıllardır en sevdikleri uyarıcı maddenin tüketi­mine eşlik eden sayısız ritüel icat ettiler. Sıklık­la ritüeller içeceğin de önüne geçti.

Japonya'nın çanoyu denilen yalın olduğu ka­dar zarif çay töreninde, çay odasının sadeliği, tatamiler üzerinde kimonoların yumuşak hışırtı­sı ve el işi kahverengi bir fincanın ince güzelli­ği, en az çayın kendisi kadar önemlidir.

İngilizler akşamüstü çayı ritüelini lüks ve ih­tişam dolu bir gösteriye dönüştürdü. Londra'daki Formum & Mason gıda ürünleri mağazasının görkemli ışıltısında beş çayı, yeşil mermer sütunlar ve devasa buketler arasında, altın sarı­sı ve yeşil ince porselen fincanlarda servis edili­yor. Abartılı bir ilgiyle hizmet veren garsonlar, kanepe ve sandviçleri, kurabiyeleri ve tropik meyvelerle hazırlanan tartları, Earl Grey ya da Lapsang Souchong çayları eşliğinde masanıza getiriyor.

Amerikalılar, tam kendilerinden beklenebi­leceği üzere, çok daha teklifsiz bir dizi kafeinli içecek ritüeli icat ettiler: Köşe başındaki Dunkin' Donuts'da yağda kızartılan hamur tatlıları eşliğinde içilen kahve, ya da masa başında çalı­şırken krema tozu ve Sweet'n Low (yapay tat­landırıcı) eklenmiş hazır kahve. Bununla birlikte son 10 yılda, ABD'nin kafein tüketimine yö­nelik sabah ayini kesinlikle kalburüstü bir orta­ma taşındı. Yeni coffee shop furyası, bedava ta­zelenen 75 sentlik bir fincan filtre kahveyi, bir barista'nın her müşterinin ağız tadına göre özel olarak karıştırıp hazırladığı altı dolarlık bir fan­tezi kahveye dönüştürdü.

Starbucks'ın kurucusu Howard Schultz, "Bu ülkede yepyeni bir kahve ritüeli yarattık" diyor. Schultz, Seattle'ın Fourth ve Spring caddeleri­nin köşesindeki bir coffee shop'ın içindeki tek bir espresso barını 20 yıl içinde küresel bir simge­ye dönüştürdü. Günde beş kupa kahve içen 51 yaşındaki Schultz, bürosunu turlayıp her şeyin nasıl başladığını anlatırken ayaklı bir enerji anı­tından farksız.

Schultz, 1983'te Milano'ya gidip o muhteşem İtalyan geleneği espresso barının ambiyansına âşık olduğunda Seattle'daki Starbucks adlı -Melville'in Moby Dick'indeki ikinci kaptanın adın­dan geliyor- bir kuru kahveci dükkânında tez­gâhtardı.

Schultz tutkulu bir ses tonuyla, "Sohbet. Sos­yal ortam. İnsanlar arasında iletişim. Ve iyi kah­ve, aradaki köprüyü kuruyordu. Bunu Seattle'da da yapabiliriz diye düşündüm" diyor.

1984 Nisanında Schultz, kuru kahveci dük­kânının arka köşesine, Dunkin Donuts ve benzerlerinin daha önce rüyalarında bile görmedi­ği caffe latte gibi esrarengiz içeceklerin satışa su­nulduğu bir espresso barı kurdu. Birkaç gün sonra, dükkânın önündeki kaldırımda uzun kuy­ruklar oluştu ve Howard Schultz bir daha dö­nüp arkasına bakmadı. Çok geçmeden işten ay­rılıp kendi espresso barı II Giornale'yi açtı. İki yıl sonra eski işyerini satın aldı; bugün dünya üzerinde 8500'den fazla Starbucks var ve bu yıl 1500 tane daha açılması planlanıyor.

Schultz, şirketinin başarısında kafeinin oyna­mış olabileceği rolün üzerinde durmaktan hoş­lanmıyor: "Meselenin kafein olduğunu sanmı­yorum. Bence ritüel, olayın duygusal boyutu gerçekten daha önemli."

Ama kafein es geçilemez. Schultz'un bürosu­nun birkaç kilometre aşağısında, Kentteki (Was­hington) kahve kavurma tesisinin müdürü Tom Walters bunu ilk elden biliyor. "Kahve ve kafe­in arasında bağlantı kurmamam istendi" diyor Walters, Kolombiya, Kosta Rika, Nikaragua ve Endonezya'dan taze toplanıp getirilmiş kahve çekirdekleriyle dolu 70 kiloluk çuvalların oluş­turduğu dağlar arasında ağır adımlarla dolaşır­ken. "Ama burada gördüğümüz kafeinin haddi hesabı yok. Çekirdekleri kavurduğunuzda kafe­in kavurma tavasında ince bir tabaka oluşturu­yor. Kahve molası veremeyecek kadar yoğun olduğumuzda bazılarımız parmağını tavanın ke­narında gezdirip yalayarak ihtiyacı olan uyarıcı dozu alır."

Kuşkusuz yeryüzündeki en popüler içecekle­rin çoğunun -kahve, kola, çay- "rastlantısal" olarak kafein içermesinin nedeni de bu uyarıcı dozu alma meselesi. İster laboratuarda çalışır­ken mocca içen bir lisansüstü öğrencisi olsun is­terse tapmakta ilahi söyleyerek yeşil çayını yudumlayan keşiş; insanlığın gözde uyarıcısı dün­yanın her yanında her gün iş başında.

Ve her gece... Londra'da kaldığımız yere dö­nersek, Egg'in yanıp sönen ışıkları ve çağıldayan gürültüsünde dans eden Lee Murphy, şim­di "Give it What Youve Got!" adlı parçanın elekt­ronik ritmine eşlik ediyor. Elinde tuttuğu iki Red Bull kutusundan birini kafasına dikiyor. "Bak dostum, bunun bir uyarıcı olduğunu biliyorum" diye bağırıyor sesini duyurmaya çalışarak. "Ama bunun yaptığı kafaya ihtiyacım var."

43. Ulusal Nöroloji Kongresi

Filed under: by: İbrahim TERLEMEZ


10-15 kasım2007 tarihinde Antalya su Sesi Hotelinde yapılacak. Ayrıntılı bilgi için :

Buradan bilgi edinebilirsiniz.



Antalya Su Sesi Hotel : Bilgi için tıklayınız...

İSKELE MEVKİİ, BELEK, ANTALYA / TURKEY
T:+90(242)715 1199 * F:+90(242)715 3398
info@susesihotel.com

DİPLOPİ

Filed under: by: İbrahim TERLEMEZ

Göz hareketleri ekstra oküler kaslar, bunları inerve eden okülomotor sinirler ve supranukleer merkezler tarafından kontrol edilirler. Bu oluşumlarda bir bozukluk olduğu takdirde hastada ilk oluşacak belirti çift görmedir (diplopi)

Herbir göz beyine ne gördüğü konusunda ayrı bilgiler gönderir. Her iki retinanın fovea bölgesinde algılanan hayaller birbirinin aynadaki görüntüsü gibidir ve bunlar beynin arka kısmında birbiri üzerine gelecek şekilde kaydedilirler. Gözün ekseninde herhangi bir nedenle bir kayma olduğu takdirde görüntülerin beyindeki kaydı üstüste olmaz ve çift görme ortaya çıkar. Bir insanın çift görebilmesi için her iki gözünde yeterli görmesinin olması gerekir. Hikayede çift görmenin,

1. Sürekli mi, geçici mi,
2. Monoküler mi, binoküler mi,
3. Yakına bakışta mı, uzağa bakışta mı,
4. Hangi yönde daha belirgin olduğu ve
5. Görüntülerin horizontal mi, vertikal mi olduğu sorulmalıdır.

Muayenede
1. Primer pozisyonda deviasyon olup olmadığı,
2. Göz hareketlerinde kısıtlılık olup olmadığı,
3. Örtme testi ile, fiksasyon sırasında, bir göz örtülüp açıldığı zaman, alterne örtme testi ile her iki göz sırayla örtülüp açıldığı zaman kayma olup olmadığı araştırılır.

Göz hareketlerini ve diplopiyi değerlendirirken bir uzmanın varlığını ve yorumunu gerektiren diğer yöntemler burada anlatılmamıştır. Diplopi ile gelen her hastada belirgin bir başka neden yoksa Tensilon testi yapılarak miyastenia gravis ‘in varlığı araştırılmalıdır.

Çift görme nedenleri:
Her iki gözün birlikte (binoküler) aynı yönde çalışmasını bozacak her durum çift görme nedeni olabilir. Göz hareket kısıtlılığı nedeniyle binoküler diplopiye yol açan durumlar oftalmopleji olarak adlandırılırlar. Eksternal oftalmopleji göz kaslarının hareket kısıtlılığını, internal oftalmopleji pupillanın paralitik oluşunu, total oftalmopleji her ikisinin birlikte oluşunu ifade eder.
Oftalmopleji nedenleri aşağıda bir liste olarak sıralanmıştır.

A. Miyopatiler

  • Kronik progresif eksternal oftalmopleji (KPEO, Kearns Sayre Sendromu, Oftalmopleji plus, mitokondrial miyopati)
  • Okülofaringeal miyopati
  • Miyotonik distrofi
  • Miyotubuler miyopati
  • Konjenital statik familial oftalmopleji

B.Restriktif miyopatiler
  • Tiroid oftalmopati
  • Orbital psödotümör
  • Orbital miyosit
  • Brown superior oblik tendon kılıf sendromu
  • Orbital kitle
  • Travma

C. Miyastenia Gravis
D. Kranial Nöropatiler
  • Üçüncü sinir paralizisi (III)
  • Dördüncü sinir paralizisi (IV)
  • Altıncı sinir paralizisi (VI)
  • Kombine sendromlar:
  • Kavernöz sinüs sendromu (III, IV, VI, V1)
  • Superior orbital fissür sendromu (III, IV, VI, V1)
  • Orbital apeks sendromu (II, III, IV, VI, V1)
  • Tolosa Hunt sendromu: kavernöz sinüste nonspesifik granülomatöz bir inflamasyon söz konusudur. Steroid tedavisine dramatik cevabı vardır.

F.Supranukleer bozukluklar
Horizontal bakış
  • Bakış felci
  • Bir buçuk sendromu
  • İçe kilitlenme (locked in) sendromu
  • İnternukleer oftalmopleji
Vertikal bakış
  • Dorsal mezensefalon (Parinaud) sendromu
  • İnternukleer oftalmopleji
Geçici Diplopi
Yukarıda sözü edilen durumlarda çift görme süreklidir ve hep belli bir bakış yönünde ortaya çıkar. Bir de aralıklı olarak, zaman zaman ortaya çıkan çift görme vardır ki bunun en sık görülen nedenlerinden biri, kasın yorulmasıyla semptomları belirginleşen myastenia gravis hastalığıdır. Birkaç saniye süren geçici çift görmenin bir diğer nedeni göz hareketlerini sağlayan 3, 4 ve 6. sinirlerin beyin sapındaki merkez çekirdeklerini sulayan kan damarlarındaki geçici dolaşım bozukluklarıdır. Nistagmusa bağlı osilopsiler de zaman zaman hasta tarafından çift görme olarak yorumlanabilirler.

Diplopi nedeni olan kas ve sinir hastalıkları diğer derslerde anlatıldığından bu derste sadece supranukleer göz hareketleri gözden geçirilecektir. Bu durumlarda çift görme var olmakla birlikte, her iki gözün hareketi birlikte bozulduğundan kas ya da sinir patolojilerinde olduğu kadar belirgin değildir.

SUPRANUKLEER GÖZ HAREKET BOZUKLUKLARI
Konjuge göz hareketleri her iki gözün birlikte aynı ya da karşıt yönde hareketleridir. Aynı yöndeki hareketlere "versiyon" adı verilmektedir. Versiyon göz hareketleri hızlı (sakkadik) ve yavaş izleyici (smooth pursuit) hareketler şeklinde alt gruplara ayrılırlar. Sakkadik hareketler gözün bir hedeften diğerine hızlı olarak bakışıyla ortaya çıkan hareketlerdir. Yavaş izleyici hareketler ise gözlerin bir objeye fiske olduktan sonra objeyi izleme hareketleridir.
Bu hareketleri kontrol eden supranukleer mekanizmalar sakkadik hareketler için frontomezensefalik, yavaş izleyici hareketler için ise oksipitomezensefalik yolların etkisi altındadır ve horizontal ve vertikal hereketler için ayrı merkezlerde sonlanırlar.

Horizontal göz hareketleri
A. Anatomi
1. Horizontal sakkadik hareketler (Fronto - mezensefalik yol)
Horizontal sakkadik hareketlerin kontrolü frontal lobta 8 alandan başlar. Kapsüla internanın ön, talamusun ventro - lateral kısmından geçerek ponsun üst kısmında çaprazlaştıktan sonra kontrolateral pontin tegmentumda, paramedian pontin retiküler formasyonda (PPRF) sonlanırlar. Bu anatomik yapı 6. sinir nükleusu düzeyindedir ve horizontal bakış merkezi olarak bilinmektedir. Bu yol, görsel uyarılar ile ilgili olmayıp genellikle emirle yapılan hızlı istemli göz hareketlerini sağlar.

2. Horizontal yavaş izleyici hareketler (Oksipito - mezensefalik yol)
Yavaş izleyici hareketleri sağlayan yollar oksipital ve parietal korteksin 4. laminasındaki büyük soliter hücrelerden başlar ve kapsüla internanın retrolentiküler kısmından geçerek superior kollikulusa, oradan da horizontal bakış merkezi PPRF'a uzanırlar. Bu hareketler yavaş izleyici tipte olup görsel uyarılarla ilgilidir. Yeni doğanlarda henüz myelinizasyon tam olmadığı için bu hareketler gelişmemiştir. Ancak 3 - 5 ayda myelinizasyon tamamlandıktan sonra bu hareketler görülebilir.

3. Medial Longitidünal Fasikülus (MLF)
III. ve VI. sinir nukleusları ile çapraz bağlantısı olan ve yukarıda nukleus Cajal ve Darkchewitz, aşağıda boyun kasları ve vestibuler nukleuslar ile bağlantıları olan bir anatomik yoldur. MLF lezyonlarında internukleer oftalmopleji denilen klinik tablo ortaya çıkar.
Horizontal hareketlerin sağlanmasında PPRF ile birlikte, bazal gengliyonların ve kollikulus superiorda ve beyin sapındaki vestibuler nukleuslar gibi diğer subkortikal merkezlerin de rolü vardır.

B. Horizontal Hareket Bozuklukları
1. Tonik oküler deviasyon
Frontal lopta 8. alan harabiyeti olduğunda gözler lezyon tarafına sapma gösterir . 8. alanı kapsayan irritatif lezyonlarda ise gözler lezyonunun karşı tarafına doğru tonik deviasyon gösterirler.

2. Sakkadik hareket bozuklukları
Sakkadik hareket bozuklukları tek taraflı akut frontal lob lezyonlarında görülür ve sıklıkla serebrovasküler hastalıkların sonucu olarak karşı tarafa istemli konjuge hareketlerin yapılamaması şeklindedir. Bilateral sakkadik hareket bozuklukları ise konjenital veya dejeneratif hastalıklar sonucu oluşan iki taraflı frontal lezyonlarda görülür.

3. Yavaş İzleyici hareket bozuklukları
Tek taraflı posterior hemisfer lezyonları karşı tarafa izleyici hareketlerin yapılamaması şeklinde belirti verir ve sıklıkla kontralateral hemianopsi ile birliktedir. Bilateral bozukluklar ise, yorgunluğa, sedatif, antikonvulzif ilaçlara bağlı olarak ve yaygın serebral, serebellar ve beyin sapı hastalıklarının sonucu olarak görülebilirler.

4. Bakış felci
Ponstaki bakış merkezinin (PPRF) lezyonlarında lezyon tarafına gözler orta hattın ötesinde hareket ettirilemez. Lezyon tarafında komşu kranial sinir felçleri ve karşı tarafta hemiparezi görülebilir.

5. İçe kilitlenme (Locked in) sendromu
PPRF'nin iki taraflı tutulduğu bilateral pons lezyonlarında horizontal göz hareketleri tamamen kaybolmuştur. Vertikal hareketler sağlam kalmıştır. Aynı düzeyde piramidal yollar da lezyon alanına girdiğinden hastada kuadriparezi (veya pleji) bulguları mevcuttur.

6. Fisher'in bir buçuk sendromu
Ponsta PPRF ile birlikte MLF tutulmuşsa, lezyon tarafında bakış felci ve internukleer oftalmopleji nedeniyle içe bakışta kısıtlanmanın olduğu durumlar Fisher tarafından bir buçuk sendromu olarak adlandırılıştır.

7. İnternukleer oftalmopleji
MLF lezyonları sonucu lezyon tarafındaki gözün içe bakışında kısıtlanma, dışa bakan gözde nistagmusun olduğu bir göz hareket bozukluğudur. Genç hastalarda multipl skleroz, yaşlı hastalarda SVH sonucu pek de nadir olmayan bir durumdur. İnternükleer oftalmoplejinin bilateral oluşu multipl skleroz için patognomonik kabul edilmektedir.

Vertikal Göz Hareketleri

A. Anatomi
Vertikal göz hareketlerinin supranükleer kontrolü horizontal hareketler gibi frontal ve oksipital merkezlerin kontrolü altındadır. Yukarı ve aşağı bakışı sağlayan merkezler ise subkortikal olup beyin sapında yer alırlar. Yukarı bakış merkezi dorsal mezensefalonda, superior kollikulus seviyesinde, rostral interstisyel medial longitidünal fasikülüsü (ri MLF) de içine alan aquaduktus silvi bölgesindedir. Aşağı bakış merkezi ise her iki nukleus ruber'in medial ve dorsalinde yer almaktadır. Vertikal hareketlerin kontrolünde bazal gangliyonların da rolü vardır.

B. Vertikal Göz Hareket Bozuklukları
1. Tonik deviasyon
Gözlerin vertikal eksende tonik deviasyonları yeni doğanlarda normalde görülebilir. Aşağı doğru deviasyonların en tipik örneği batan güneş manzarası olarak adlandırılan ve hidrosefalide görülen klinik tablodur. Talamik hemorajilerde ya da infarktlarda da aşağıya deviasyon görülebilir. Post ensefalitik Parkinson hastalığında ve ilaca bağlı ekstra piramidal sendromla görülen okülojirik krizler de gözlerin konjuge olarak yukarı doğru sapması ile belirlenen vertikal bakış bozukluklarıdır.

2. Parinaud (dorsal midbrain) sendromu
Parinaud sendromu mezensefalonun dorsal kısmında periakuaduktal alan (tektal bölge) lezyonlarında görülen, yukarı bakış felci ile birlikte, konverjans - retraksiyon nistagmusu, tektal pupillalar (midriazis, ışık - yakın dissosiasyonu) ve kapak retraksiyonu ile birlikte görülen bir semptomlar topluluğudur.

3. Aşağı bakış felci
İzole aşağı bakış felcinin görüldüğü durumlar çok nadirdir. Lezyon anatomik olarak her iki nukleus ruber'in medial ve dorsal kısmında lokalizedir. Vasküler olaylardan posterior talamo - subtalamik veya rubral arter sorumlu tutulmuştur.

4. Skew deviasyon
Gözlerin vertikal eksende sapma gösterdiği bir durumdur. Genellikle ponto - serebellar pedinkül bölge lezyonlarında görülür.

5. Horizontal ve vertikal göz hareketlerinin birlikte bozulması
ile belirlenen klinik durumlar vardır ki, bunlar arasında en iyi tanımlanmış olanı progresif supranukleer palsi (Steele - Olchewski - Richardson sendromu) dir. Önce vertikal (özellikle aşağı bakış), daha sonra horizontal hareketlerin progresif kaybı ile birlikte, demans, ekstrapiramidal ve piramidal yol bozukluğuna ait bulguların birlikte görüldüğü dejeneratif bir hastalıktır.

NiSTAGMUSLAR
Nistagmus, gözlerin istemsiz ileri ve geri hareketleridir. Bu hastaların semptomu nadiren çift görme olarak ifade edilirse de daha çok osilopsi- görüntülerin oynaması şeklindedir. Fizyolojik nistagmus aşırı yana bakıldığında (end-point nistagmusu), çizgili bir şerit göz önünden geçirildiğinde (optokinetik nistagmus) veya kalorik test sırasında semisirküler kanalların uyarılmasıyla ortaya çıkan horizontal sıçrayıcı tipte nistagmustur.

Patolojik nistagmus sıçrayıcı, rotatuar ve pendüler tipte olabilir. Beyin sapı ve serebellar bozukluklarda görülür. Serebral lezyonlarda nistagmus ortaya çıkmaz.
Nistagmus gözlenen hastalarda kullanılan ilaçlar dikkate alınmalıdır. Sedatifler ve antikonvulzan ilaçlar nistagmusa neden olabilirler.

Pendüler nistagmus genellikle konjenitaldir. Her iki yönde eşit amplitüdlü ve her bakış yönünde horizontal olma özelliği vardır.

KAYNAKLAR
1. Nöro-oftalmoloji. F.J.Bajandas, LB Kline. Çeviri: Ç.Atabay, T.Kansu. Hacettepe Üniv. Yayınları B-34, 1993
2. Clinical Decisions in Neuro-Ophthalmology. RM Burde, PJ Savino,JD Trobe. The CV Mosby Company, St Louis 1985
3. Daroff RB,Troost BT, Leigh RJ: Supranuclear Disorders of Eye Movements. In Neuro-Ophthalmology. Ed:Joel S Glaser, J.B.Lippincott Company, 2 nd ed.1990, s:299-325