O, dünyanın en popüler psikoaktif maddesi. Aklımızı karıştırıyor, sinirlerimizi geriyor, uykumuzu çalıyor. Ve onsuz bir yaşam sürmeyi reddediyoruz.
Popüler bir dans parçasının art arda gümleyen nakarat bölümü iki metre boyundaki hoparlörlerden Öylesine bangır bangır yükseliyor ki, yankılanan her bir bas nota ahşap dans pistini deprem oluyormuşçasına sarsıyor. Göz kamaştıran kırmızı ışık, ter kokulan ve sigara dumanının iç içe geçtiği mor sisin arasından dans eden çiftleri aydınlatıyor: Mohıkan saçlı erkekler ve işlevsel bir yararı olamayacak kadar küçük boyutlardaki vinil etekleriyle kadınlar... Londra'nın popüler dans kulübü Egg'de saat sabahın 4.45'i; dans edenler arasından birkaçı ya kanepelere yığılmış ya da kendini bara atmış. Ama çoğunluk, uzun bir gecenin içki, uyarıcı madde ve tütün sarfiyatına ve yeri göğü inleten gürültüsüne bana mısın demeden, zangırdayan ahşap pistin üzerinde hâlâ şevkle ve neşe içinde salınıp duruyor. Bunu nasıl başarıyorlar? "Aslında genellikle sabaha karşı dört buçuk civarında bîr canlanmaya tanık oluyoruz" diyor Egg'in yöneticisi Simon Patrick. "O saatlerde herkes Red Bull içmek için bara üşüşüyor. Sonra sabaha kadar dans ediyorlar. Saat yedide onları kulüpten zor çıkarıyoruz."
Araştırmalar, dışadönük kişilerin kafeinin etkisine içedönük kişilerden daha az duyarlı olduğunu gösteriyor
Ayağında dans ayakkabıları ve her iki elinde de enerji içeceği Red Bull kutularıyla
pistte bir uçtan öbür uca süzülen Lee Murphy, müziğin gürültüsü içinde sesini duyurmaya çalışarak, "Tüm bedeniniz sanki 'hızlı ileri sarma' düğmesine basılmış gibi oluyor" diye bağırıyor. 29 yaşındaki Londralı hastabakıcı, "Sabah dört-beş sularında zilzurna sarhoş oluyorsunuz" diyor.
"İşte Red Bull burada devreye giriyor. İki kutu içiyorum; yarım litre speed çakmaya benziyor."
Enerji içeceği adıyla kutularda satılan karışımlar, Lee Murphy ve dünyanın dört bir yanındaki diğer gece kulübü müdavimleri açısından -bu arada bu liste maraton koşucuları, dağ bisikletçileri, savaş pilotları, gece gündüz durmaksızın sınavlara hazırlanan üniversite öğrencileri ve uyumadan önce 10 kilometre daha gitmeyi uman gece yolcusu kamyoncular vb, diye uzayıp gidiyor- insanlığın kullandığı en eski uyarıcı maddelerden birinin kafeinin, gazlı bir içecek halinde yeni bir sunumunu temsil ediyor. Büyük ticari başarı elde eden Avusturya ürünü Red Bull'un etkin bileşenini, diğer birkaç diğer birkaç bileşenle karıştırılmış hatırı sayılır miktardaki kafein oluşturuyor. 250 mililitrelik bîr kutu Red Bull, 350 mililitrelik bir kutu içecekten iki-üç kat daha fazla kafein içeriyor.
Fiziksel yorgunluğu gidermekle kalmayıp zihin açıklığı da veren çifte etkisi, kafeinin nikotin ve alkol gibi maddeleri çok geride bırakarak dünyanın en popüler keyif verici maddesi olmasını sağlayan nedenlerden biri. Kafein, meşrubat büfesi ya da espresso barın yanı sıra diyet arı ve ağrı kesicilerde de karşımıza çıkıyor. Ve, çocuklarımıza (tüm o gazozlar ve çikolatalar yoluyla) düzenli olarak verdiğimiz, alışkanlık yapıcı tek psikoaktif madde de bu. İşin doğrusu, gelişmiş ülkelerde bebeklerin çoğu -annenin içtiği kahve ya da buzlu çaydan göbek kordonu yoluyla geçen- kafein izleriyle dünyaya geliyor.
Sizin dozunuz ne kadar?
İlaç üreticileri piyasaya sürdükleri ilaçlardaki kafein miktarını etikette belirtmek zorunda; gıda ve içecek firmalarınınsa böyle bir zorunluluğu yok. Bilinen bazı ürünlerle ilgili bu örnekler, aldığınız dozların ne kadar hızlı artabileceğini gösteriyor.
Bademli sütlü çikolata, 170 gramda 25 mg
Espresso, 30cc'iik fincanda 40 mg
Demlenmiş çay, 240 cc'lik fincanda.. 50 mg
Coca-Cola, 600 cc'lik fincanda 57 mg
Red Bull enerji içeceği, 250 mL'lik kutuda 80 mg
Excedrin ağrı kesici, 2 tablette 130 mg
Filtre kahve, 355 mL'lik fincanda 200 mg
Kafeinin yaygın kullanımı, bazı bilim insanları ve kamu sağlığı savunucularını kaygılandırsa da bu, popülerliğine gölge düşürmedi. Red Bull'un ve onu taklit eden benzeri enerji içeceklerinin satışlarında patlama yaşanıyor. Bu arada tüm dünyada hızla yeni coffee shop'lar açılıyor. Starbucks her İş günü gezegenin bir yerlerinde zincirine dört yeni şube daha ekliyor ve 200 kişi daha işe alıyor.
Kafein eklenen ağrı kesicilerin tek başına kullanılan analjeziklerden daha etkili olduğu anlaşıldı.
İnsanların kahve ve çayın uyarıcı etkisinin aynı kimyasal maddeden kaynaklandığını öğrenmeleri üzerinden henüz 200 yıl dahi geçmedi. Çay, kahve, kakao ve kola ağacının yanı sıra 60'ı aşkın daha bitkinin yaprak, tohum ve meyvelerinde doğal olarak bulunan bir alkaloit olan bu "mucize ilaç", Taoculuğun büyük önderi Lao-tzu'nun yeni öğretisine, Taoizm'e, inananlara çayı bir iksir olarak tavsiye ettiği söylenen bir döneme, İÖ 6. yy kadar eskilere, uzanan bir tarihten bu yana insanlara salık veriliyor.
Ama 1820'ye, Batı Avrupa'da coffee shop'ların mantar gibi bitmesini izleyen döneme kadar, bu içeceği bu kadar popüler yapan şeyin ne olduğu merak edilmedi ve ancak bu tarihte yeni nesil bilim insanları bu sorunun yanıtını aramaya başladı. Kimyager Friedlieb Ferdinand Runge, bu maddeyi kahve çekirdeğinden ayrıştıran ilk isimdi. Yeni keşfedilen maddeye, kahvede bulunan şey anlamında "kafein" adı verildi. 1838'de ise kimyagerler çaydaki etkin bileşenin Runge'nin kafeiniyle aynı madde olduğunu fark ettiler. Yüzyıl sona ermeden aynı madde, kola tohumlarında ve kakaoda da bulunacaktı.
Ucuz markalarda kullanılan Robusta çekirdekleri, kahve tutkunlarının gözdesi Arabica çekirdeklerinden neredeyse iki kat daha fazla kafein içeriyor.
Kahve ve çayın Avrupa'da tutulmasının Sanayi Devrimi'ni müjdeleyen ilk fabrikaların faaliyete geçtiği döneme denk gelmesi, pek de rastlantı sayılmaz. Kafeinli içeceklerin -her zaman her yerde bulunan biranın yerini alarak- yaygın tüketimine başlanması, insan emeğinin çiftlikten fabrikaya geçtiği bu büyük ekonomik dönüşümü kolaylaştırdı. Kahve ya da çay hazırlamak için suyun kaynatılması, kalabalık kentlerdeki işçilerde hastalık vakalarının azalmasına yardımcı oldu. Ayrıca, vücutlarındaki kafein işbaşında uyuyakalmalarını da engelliyordu.
Modern dünya varlığını bir anlamda kafeine borçlu. Ve dünyamız modernleştikçe bu maddeye duyduğumuz gereksinim de gittikçe artıyor gibi görünüyor.
Kahvenin -ya da diyet kola veya Red Bull'un-yataktan kalkmamızı ve işi sürdürmemizi sağlayan bu ayıltıcı etkisi olmasaydı, gelişmiş dünyanın 24 saat çalışan toplumu davar olamazdı. Harvard Tıp Fakültesi'nden sinirbilimci ve uyku uzmanı Charles Czeisler, "İnsanlığın varoluş sürecinin çok büyük bir bölümünde uyku ve uyanıklık döngüsü, temelde gün ışığı ve mevsimlerle ilgili bir meseleydi" diye açıklıyor. "Çalışmanın doğasının, zamanın, güneşin doğuşu ve batışı yerine saate göre ayarlandığı kapalı yerlerde çalışma düzenine geçilmesi paralelinde değişmesiyle, insanların da buna uyum sağlaması gerekti. Kafeinli gıdalar ve içeceklerin yaygın tüketimi -elektriğin keşfiyle birlikte- insanların gün ışığına ya da doğal uyku döngüsüne göre değil de, saate göre belirlenen çalışma sürelerinin altından kalkmasını sağladı."
48 saat uyumamış denekler üzerine yapılan askeri araştırmalar, 600 mg kafeinin 20 mg amfetamin kadar dikkati artırdığını ve keyif verdiğini gösterdi.
Kanada'da gerçekleştirilen "Gece Şahini Tatbikatı" sırasında 52 saatte yalnızca üç saat uyumalarına izin verilen yorgun askerler (solda), "yorgunluğa karşı önlem" olarak her birinde 100 miligram kafein olan sakızları test ettiler (altta). Çiğnenmiş kafein doğrudan ağız mukozası tarafından emiliyor ve bu nedenle içecekler ya da haplardakinden üç kat daha hızlı bir şekilde etkisini gösteriyor.
Ender olarak kafein tüketen Czeisler, beyaz laboratuar önlüğünün içinde son derece enerjik ve zinde. Boston'daki laboratuarında dört dönerek raflardan çeşitli dergilerdeki makaleleri indiriyor ve kilit veri noktaları bulmak için bir yığın çizelgeyi tarıyor. "Kafein, uyanıklığı artırıcı terapötik bir madde" diyor.
Kafein ve Siz
Günde ortalama 650 miligram kafeine (yaklaşık 355 mililitrelik üç fincan kahve) alışmış tüketiciler, bu dozu almadıklarında, beyinlerindeki görsel ve işitsel etkinlik (solda, taramalarda parlak renklerle gösteriliyor) düşük düzeydeydi. 250 miligram kafein verildiğinde etkinlikleri arttı. Ama bu artış, ancak, arada bir kafein tüketen ve o anda kafein almamış deneklerinkine eşit düzeylerdeydi. Araştırmacı Paul Laurienti, "Düzenli olarak yüksek dozlarda kafein alıyorsanız," diyor, "beyninizin normal işlevlerini yerine getirmesi için ona gereksinim duyarsınız".
Bilim insanları, kafeinin "uyanıklığı artırıcı" gücünü açıklayacak çeşitli kuramlar geliştirdiler. Günümüzdeki ortak kanı, kafeinin insan vücudunda doğal bir uyku ilacı işlevi gören bir kimyasal olan adenozinle etkileşime girmesi üzerine odaklanıyor. Kafein, adenozinin uyutucu etkisini engelliyor ve uyanık kalmamızı sağlıyor. Ayrıca, makul miktarlarda alındığında keyif veren ve aktif olmayı sağlayan bir madde özelliği gösterdiği için, sabahın üçünde laboratuara tıkılıp kalmış öğrenciler ve akademisyenler içinde etkili bir iksir. Genellikle gece hiç uyumadan denklemleri üzerine çalışan Macar matematikçi Paul Erdös de, "Matematikçi, kahveyi teoremlere dönüştüren bir makinedir" deyişiyle ünlü.
Bir buçuk gün süresince kafein almamak beyinde kan akışını artırıyor, bu da insanların kafeini bırakmalarından hemen sonra yaşadıkları baş ağrılarına açıklık getirebilir.
Kafein, uykuyu kaçırma özelliği nedeniyle uzun yol yolcularının da tercihi. Jet lag'e karşı, okyanusaşırı uçuşlardaki koltuk sayısı kadar çare var. Ancak Bennett Alan Weinberg ve Bonnie K. Bealer'ın The Caffeine Advantage adlı kitapta özetlediği bir yaklaşımda, yolculuktan birkaç gün önce kafeinden kaçınmanız, uçaktan indiğinizde de, varış yerinizdeki normal yatma saatinize kadar ayık kalmanız için -tercihen gün ışığında- birkaç kez düşük miktarlarda kahve ya da çay içmeniz öneriliyor. (Bu makale üzerine çalışırken haftalar boyunca dünyanın dört bir yanma yaptığım yolculuklar sırasında bu yöntem bende işe yaradı.)
"Kafein, hepimizin doğuştan programlı olduğu sirkadyen (24 saatlik) ritimden çıkmaya çalışanların işini kolaylaştırır" diyor Czeisler. Bunu söyledikten sonra güleç yüzünden bir gölge geçiyor ve sesinin tonu bir anda değişiyor, "öte yandan," diyor ciddi bir ifadeyle, "tüm bu fazladan uyanık kalmalar için ödenen çok, çok ağır bir bedel var." Doktor, yeterli uyku alınmaması halinde -24 saatte ortalama sekiz saatlik uyku yeterli oluyor- insan bedeninin fiziksel, zihinsel ya da duygusal açıdan işlevlerini en iyi şekilde yerine getiremeyeceğini söylüyor. "İnsanlık olarak uykuya fena halde hasretiz."
Kafein o kadar keskin bir acılığı vardır ki, profesyonel yiyecek tadıcıların eğitimlerinde "acı"nın (bitter) ölçülerinden biri olarak kullanılır.
Aslına bakarsanız, diye sözlerini sürdürüyor profesör, modern dönemin kafein açlığının özünde bir kısırdöngü var. "Kafeinin tüm dünyada tüketiliyor olmasının başlıca nedeni uyanık kalmak" diyor Czeisler. "Öte yandan, insanların bu desteğe gereksinim duymasının başlıca nedeni de, yeterince uyumamak. Şunu bir düşünün: Kafein alarak zaten çoğunlukla kafein tüketmenin sonucu olan bir uyku açığını kapatmaya çalışıyoruz."
Dietrich Matescbitz'e soracak olursanız, ne kadar kafein tükettiği onun uykularını kaçıran bir sorun değil. Birkaç günlük beyaz sakalının altında ışık saçan kocaman, dost canlısı bir gülümsemesi olan bu Avusturyalı pazarlama sihirbazı, kendisini, ister sarp kayalıklara tırmansın, ister kayak yapmaya çıksın, ister Alplerde aşılması güç diklikteki bir yamaçta dağ bisikletinin pedallarını çevirsin, ya da işinin başında olsun, "riskle başı hoş biri" olarak tanınılıyor. Mateschitz'in riskle başının hoş olması anlaşılır bir şey, çünkü girdiği en büyük risk yepyeni bir ürünü süpermarket raflarına yerleştirerek, yüzlerce rakip ürünün ortaya çıkmasını sağlayarak ve kendisine milyarlar kazandırarak karşılığını kat kat fazlasıyla ödedi; üstelik de topu topu 15 yılda.
1980'lerde Alman kozmetik şirketi Blendax'ta çalışan Mateschitz, Doğu Asya'da cilt bakım ürünleri ve diş macunu pazarlıyordu. Frankfurt'tan Tokyo ve Pekin'e sık sık yaptığı gece uçuşları kaçınılmaz olarak Mateschitz'in her başına geldiğinde giderek daha çok nefret ettiği jet lag�e neden oluyordu. Sonuçta o bir satıcıydı ve işini doğru yapabilmesi için de enerjisinin doruğunda olması gerekiyordu. Ancak uzun uçuşlar onu yorgun düşürüyor ve halsiz bırakıyordu. Asya kentlerinin çoğunda taksi şoförlerinin sürekli küçük şişelerden yudumladıkları bir tonik dikkatini çekmeye başladı. Bangkok'a yorucu bir yolculuktan sonra taksi şoförüne içeceğini kendisiyle paylaşıp paylaşmayacağını sordu. Evreka! "Jet lag falan kalmadı" diye anımsıyor. "Bir anda kendimi çok zinde hissettim." Bu anıyı yaklaşık 20 yıl sonra anlatan Mateschitz o keşif anının büyük sevincini hâlâ anımsıyor. "O içeceklere Asya'nın her yanında rastlıyordum ve bu alanda devasa bir pazar vardı. Niye Batı'da bu ürün yok diye düşündüm."
Kafeinsiz kahve üretmek için kahve çekirdeklerinden elde edilen kafein, ilaç ve içecek üreticilerine satılır.
Elbette Batı'da, Asya'da içilen bu karışımların ana bileşeni, yani kafein zaten vardı. Dietrich Mateschitz e çok iyi gelen Krating Daeng (yani, kırmızı boğa anlamına gelen Red Bull) adlı o Tayland toniği, kafein, taurin adlı bir aminoasit ve glukoronolakton adlı bir karbonhidratın karışımıydı. Mateschitz, diş macunu pazarlama işini bırakıp, yaşamı boyunca biriktirdiği paraları Batı'da Krating Daeng satma iznine yatırdı. İçeceğin tadını ve ambalajını birazcık değiştirip -biraz da karbonat ekleyerek- 1980'lerin sonlarında Avrupa'da piyasaya sürdü.
Başlangıçta marketler bu enerji içeceğini nasıl satacaklarını bilemediler. Daha önce böyle bir ürün olmaması nedeniyle bu ürünün pazarı da yoktu. Mateschitz sorunu parlak bir reklâm kampanyasıyla çözdü. "Red Bull içilmez. Kullanılır" diyordu reklâmlar. "Uyumaktan başka yapacağınız daha iyi şeyler var." "Red Bull kanatlandırır."
Red Bull, uçurtmalı sörften yamaç paraşütüne dek çeşitli ekstrem spor etkinlikleri düzenlemeye başladı. Hedef kitle, eğitimli, dinamik ve yüksek gelirli Avrupalı genç kesimdi; yani gün boyu gerek stres gerekse temponun yoğun olduğu işyerlerinde çalışan, spor yapan ve gece boyu da kulüplerde sabahlara kadar içip dans eden insanlar.
Yüzyıl dönümüne gelindiğinde, votkayla Red Bull karıştırılarak yapılan Vodka Bull, Avrupa'nın kulüp müdavimleri arasında en çok rağbet edilen yeni kokteyl olmuştu bile. (Kulüplerde Red Bull ve tekila karışımı Bullgarita, Red Bull şampanya karışımı Chambull ya da Red Bull, Jâgermeister karışımı Bullmeister da satılıyor.) Şirketin "Red Bull harikası 24 saat ayakta tutar" dediği reklâmlarında, "Alkolle karıştırmak Red Bull'un özelliklerini değiştirmez" gibi iç rahatlatan bir söz de yer alıyordu.
Günümüzde bu ürün yüzden fazla ülkede, yılda yaklaşık iki milyar kutu satıyor. Mateschitz, Red Bull'un başarısındaki kendi rolünü alçakgönüllülükle geri plana atıyor ve tüm marifetin "formül"de olduğunu söylüyor. "Pazarlamada mevcut ürünlerden farklı olmalısınız" diyor. "Şimdi, kahvede kafein var ama acı bir tada sahip, ayrıca soğuk ye ferahlatıcı değil. Diğer içecekler ferahlatıcı ve susuzluk giderici ama bir yarar sağlamıyorlar. Zevk vermek, pazarlama açısından iyi bir şey; ama yararı olan, bir işlevi yerine getiren zevkli bir içeceğin de pazarda yeri olduğunu fark ettik. Pazardaki açık budur; bu açığı dolduran da Red Bull'dur."
Bir gazoza yüksek dozlarda alışkanlık yapan madde katarak "işlev" yüklenmesi, bazı insanları oldukça endişelendiriyor. Fransa ve Danimarka, yüksek kafein düzeyinin ve diğer katkı maddelerinin yol açabileceği sağlık sorunlarına ilişkin kaygılarını dile getirerek Red Bull gibi enerji içeceklerini tümüyle yasakladı. Başlangıçta, kendi vatanı Avusturya'da satılan Red Bull kutularında bile, Nicht mit Alkohol mischen -Alkolle karıştırmayın uyarısı bulunuyordu.
İrlanda'da, maç öncesi birkaç kutu Red Bull içen 18 yaşındaki bir basketbol oyuncusunun sahada düşüp ölmesinin ardından endişeler arttı. Red Bull'un bu ani ölümde payı olup olmadığı konusunda yapılan bir soruşturma sonuçsuz kaldı. Ancak sportif bir gencin açıklanamayan ölümü, Dublin hükümetini enerji içeceklerinin İrlanda halkının sağlığı üzerine etkisini inceleyecek bir uyarıcı içecekler Komitesi oluşturma konusunda harekete geçirdi.
Araştırmayı denetleyen İrlanda Gıda Güvenliği Kurulu'nun başkanı Martin Higgins, "İlk dikkatimi çeken şey, komite toplantısı sırasında ne kadar çok kahve içildiği oldu" diyor. "Sanırım hepimizin şu ya da bu şekilde uyarıcı alması gerekiyor." Komite, Red Bull ve benzeri ürünlerin tüm bileşenlerini incelediği halde en etkin maddenin kafein olduğu sonucuna vardı. "İnsanların para ödediği şey, enerji ya da fiziksel güçten çok kafeinin uyarıcı etkisiydi; özellikle de gece kulübü ortamında" diyor Higgins. "Komiteyi en çok endişelendiren şey de kafeindi."
Komite sonuç olarak, kafeinli enerji içeceklerinin tüketilmesinde -makul ölçülerde olduğu takdirde- ciddi bir risk görmedi. Komite, bu içeceklerin çocuklar, hamile kadınlar ve kafeine duyarlı kişiler için uygun olmadığına ilişkin uyarı etiketleri konulmasını ve spor ya da egzersiz sırasında bedenin kaybettiği sıvıyı geri almak amacıyla kafeinli içeceklerin tüketilmemesi gerektiği yolunda kamuya yönelik sağlık duyuruları yapılmasını tavsiye kararı olarak aldı.
Geçtiğimiz yıl kısmen İrlanda'daki bu araştırmayı rehber alan Avrupa Birliği, litresinde 150 miligramın üstünde kafein bulunan ambalajlı içeceklerin üzerine "yüksek miktarda kafein içerir" uyarı etiketinin konmasını şart koşmaya başladı. Bu standarda göre Red Bull ve rakiplerinin çoğu -ve bu arada eğer ondan söz edecek olursak bir fincan kahve de- yüksek kafeinli içecekler sınıfına giriyor, ama pek çok kola markası ve diğer içecekler girmiyor. Uyarı etiketi şartı, 25 AB ülkesinin tümünde geçerli. Avustralya ve Yeni Zelanda da kamunun uyarılması kuralını benimsedi. ABD'de bu tür bir kural olmasa da kutuda satılan enerji içeceklerinin çoğunda yine de uyarılar yer alıyor.
İrlanda'daki Uyarıcı İçecekler Komitesi'nin izlediği süreçten hiç hoşnut kalmayan -hatta araştırma heyetinden çekilmeye karar veren- bir üyesi, psikolog Jack James, bazı içeceklerin yüksek kafeinli olarak etiketlenmesinin kazandıracağı fazla bir şey olmadığı kanısında. Bu tür bir uyarı etiketiyle tüketicilerin kafein seviyesi düşük içecekleri tam bir güvenle içebileceğinin ima edildiğini belirtiyor ve bunun kanıtlarla desteklenen bir çıkarım olmadığını söylüyor. Dünyanın dört bir yanında insanlar yıllardan beri var olan kafein tüketimini sürdürürken, James de insanların bundan vazgeçmelerini gerektiren nedenleri belgeliyor. Bir meslektaşı bir ara ona kafein savaşçısı adım takmış. James, dört saatlik söyleşimiz boyunca bir bardak ılık suyu yudumladı. Eskiden her gün kafein alan James, yıllardır kafeine büyük ölçüde veda etmiş. "Bilimsel toplantılarda insanlar bana, 'Hey, Jack, kahve ister misin?' diye takılıyorlar." James, meşrubat ve kahve sanayilerinin desteklediği araştırma raporlarını eleştiriyor; ona göre bu raporlar kafeini, potansiyel zararlı etkilerine ilişkin kanıtları göz ardı ederek zararsızmış gibi gösteriyor.
Kendi araştırma raporları, kafeinin tansiyonu yükselten ve dolayısıyla kalp hastalığı riskini artıran psikoaktif bir madde olduğu yönünde uyarılarda bulunuyor. Ancak Jack James'in görüşü, kafeinle ilgili olarak kamuya yapılan sağlık duyurularının büyük çoğunluğuyla uyuşmuyor. Kahve ve meşrubat sektörleri kafeinle ilgili bazı laboratuar çalışmalarını desteklese de bunlardan bağımsız çalışan birçok araştırmacı da var. Ve genel kabul gören düşünce ise, dünyanın en popüler uyarıcısının makul seviyelerde -300 miligrama kadar (günde bir-İki küçük, 350 mililitrelik, bir kupa kahve ya da altı-sekiz kutu arası içecek)- tüketilmesinin tehlikeli olmadığı yönündeymiş gibi görünüyor.
Durum böyle olsa da, kafeinin bir uyarıcı madde olduğu gerçeği, insanların bu konudaki kaygılarını açıklayabilir. Uzun yıllar süren araştırmaların sonuçlarına göre, kafein alan insanlarda böbrek ve mesane kanseri, fıbrokist göğüs hastalığı, pankreas kanseri ve osteoporoz (kemik erimesi) görülme oranı daha yüksek. Yinede bu bulgular kafeinin söz konusu hastalıklara yol açtığını kanıtlamıyor. Yalnızca kısa vadedeki etkiler üzerine araştırma yapılabiliyor.
Diğer uyarıcı maddeler gibi kafeinin de zihinsel ve fiziksel işlevler üzerinde tartışmasız bir etkisi var. Denekler üzerinde yinelenen araştırmalar, kafeinin, analeptik (merkezi sinir sistemini uyarıyor) ve ergojenik (fiziksel performansı artırıyor) olduğunu gösterdi. Aynı zamanda diüretik bir madde; gerçi yakın tarihli araştırmalar, daha önceki yaygın kanının aksine, kafeinin makul miktarlarda alındığında sporcularda bile dehidrasyona (su kaybına) yol açmadığını gösteriyor. Kafeinli içecekler idrar atımım artırıyor artırmasına ama hemen hemen suyla aynı oranda. Kafein tansiyonu da yükseltiyor, ancak bu geçici bir etki. Ve bazı araştırmalar kafeinin kalsiyum kaybını artırdığını gösterse de bunun etkisi, günde 30 mililitrelik sütle bertaraf edilebilecek kadar az.
Aslında, araştırmaların çoğu, kafeinin insan sağlığı açısından yararları olabileceğine de işaret ediyor. Yapılan çalışmaların gösterdiğine göre, ağrıların dindirilmesine, migren ağrılarını önlemeye, astım semptomlarını azaltmaya ve morali yükseltmeye katkısı olabiliyor. Zihinsel bir uyarıcı olarak dikkati, kavrayışı ve tepki hızını artırıyor; yorgunluğa karşı iyi geldiğinden uzun süre boyunca ara vermeksizin araba ve uçak kullanma, matematik problemlerini çözme ve bilgisayara veri girme gibi yoğun dikkat isteyen işlerde performansı yükseltiyor.
Dahası neredeyse tüm dünyada tüketilmesine karşın kafein ender olarak kötüye kullanılan bir madde. Harvard Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü'nden davranışçı farmakolog Jack Bergman, "kafeinin aşırı alınması halinde kendi kendini durdurma eğilimi söz konusu" diyor, "Sinîrli ve tedirgin oluyor, devam etmek istemiyorsunuz." O sinirli aşamaya gelinen nokta, kişiden kişiye büyük ölçüde değişiyor. Bazı insanlar kafeinin etkilerine genetik olarak daha duyarlı gibi görünüyorlar ve küçük miktarlarda tüketseler dahi anksiyete artabiliyor. Küçük bir azınlıkta, 300 miligram ya da üzerindeki dozlar gerginliği, endişeyi hatta panik atakları tetikleyebiliyor; bu da sinirli insanların neden genellikle daha az kafein tükettiğini gösteren araştırma sonuçlarına açıklık getirebilir.
Çocukların kafein tüketimi konusuna gelince: Kiloları daha az olduğu için yetişkinlerden daha az kafein tüketmeleri gerektiği açık. İrlanda'daki Uyarıcı İçecekler Komitesi raporu, endişe ya da sinirliliği artırma olasılığına karşı önlem olarak, çocukların yüksek oranda kafein içeren içecekleri kullanmaktan vazgeçirilmesini öneriyor. Ama az miktardaki kafeinin çocuklara zararlı olup olmadığına ilişkin elde kesin bir kanıt yok. Avustralya Yeni Zelanda Gıda Dairesi'nin raporunda varılan sonuç şu; göründüğü kadarıyla çocuklar kafeini daha çabuk metabolize ediyor ve kafeinin etkisine -iyi ya da kötü yönde- yetişkinlerden daha duyarlı oldukları konusunda kaygılanmak için bir neden yok.
ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) mümkün olduğunca kafeinden uzak durmasını önerdiği bir kesim olan hamile kadınlar için dahi günlük doz makul seviyede tutulduğu sürece büyük bir risk yokmuş gibi görünüyor. Yale Halk Sağlığı Fakültesi'nden perinatal epidemiyolog Michael Bracken, son 20 yıldır bebek bekleyen binlerce kadının alışkanlıklarını gözlemledi. "Günümüzdeki kanıtlara dayanarak hamile kadınlara şunu güvenle söyleyebiliriz: Günde 300 miligramdan az kafein alıyorsanız -yaklaşık olarak bir-iki fincan kahve- çocuğunuza zarar verecek bir şey yapmıyorsunuz."
"Kafeinle ilgili yapılan tüm o araştırmalara baktığınızda, makul seviyede tüketimin sağlığınıza zarar vereceğini öne sürmek çok zor" diyor Bergman. "Davranışsal etkileri var, ancak hafif. Kuşkusuz bir miktar fiziksel bağımlılık yapıyor. Sabahları kalktığımda genellikle bir-iki fincan kahve içerim. Ama içmediğim zamanlarda yoksunluk belirtileri şiddetli değil."
Bazı kafein tiryakileri Bergman'a itiraz edebilir: Bir-iki gün kafein alınmaması, baş ağrısı, sinirlilik, halsizlik ve tabii, uykulu olma haline neden olabiliyor. Ama kokain ya da eroini bırakmakla kıyaslandığında, kafeinden kısa sürede ve kolayca kurtulabiliyorsunuz. Yoksunluk belirtileri genellikle İki ila dört günde kaybolsa da bir hafta ya da daha uzun sürdüğü olabiliyor. Yine de, kafein yoksunluğundan kaynaklanan rahatsızlık belirtilerinden kaçınma arzusu, milyarlarca insanın neden her gün kafein tüketmeye bu kadar meraklı olduğunu açıklayabilir. "Sabahları ilk kahvemi içene kadar çekilmez olurum" diyen biri, bir anlamda, hafif bir bağımlılık biçimini tanımlıyor.
Öte yandan, Jack James, fiziksel olarak kafein bağımlılığında görülen yaygınlığın -kafeinin moral verici etkisinin abartılması yoluyla- araştırma bulgularını çarpıtabileceğini iddia ediyor. Bir gruptakilere kafein verilen, diğerindekilere verilmeyen iki denek grubunu karşılaştıran araştırmacıların elde ettiği sonuç, kafein verilen grupta ruh hali ya da performanstaki herhangi bir iyileşmenin, yoksunluk belirtilerinden kurtulmanın verdiği rahatlama olabileceği yönünde. Surrey Üniversitesi'ndeki uyku araştırma merkezi fizyologlarından Derk-Jan Dijk, "Belki de hepimiz sonsuz bir kısırdöngünün içindeyiz" diye onaylıyor. "Kafeinle zihniniz açılır. Ertesi sabah etki kaybolunca ise zihninizi açmak için yine kafein alma ihtiyacı duyarsınız. Belki de bu döngüyü kırabiliriz. Benim gibi gündüz çalışanlar, belki kafeinsiz de gayet güzel idare edebiliriz."
Öte yandan, sabahtan -belki yanında bir poğaça ve çörekle- tadını çıkardığınız o kahve ya da çay ritüeli, yaşamın zevk aldığınız normal bir parçasıdır. Sakinleştiricidir. Günlük programınızı düzene koymanıza yardımcı olur. Ve tüm bunlar hepimiz için yararlı olabilir. İnsanlar yüzyıllardır en sevdikleri uyarıcı maddenin tüketimine eşlik eden sayısız ritüel icat ettiler. Sıklıkla ritüeller içeceğin de önüne geçti.
Japonya'nın çanoyu denilen yalın olduğu kadar zarif çay töreninde, çay odasının sadeliği, tatamiler üzerinde kimonoların yumuşak hışırtısı ve el işi kahverengi bir fincanın ince güzelliği, en az çayın kendisi kadar önemlidir.
İngilizler akşamüstü çayı ritüelini lüks ve ihtişam dolu bir gösteriye dönüştürdü. Londra'daki Formum & Mason gıda ürünleri mağazasının görkemli ışıltısında beş çayı, yeşil mermer sütunlar ve devasa buketler arasında, altın sarısı ve yeşil ince porselen fincanlarda servis ediliyor. Abartılı bir ilgiyle hizmet veren garsonlar, kanepe ve sandviçleri, kurabiyeleri ve tropik meyvelerle hazırlanan tartları, Earl Grey ya da Lapsang Souchong çayları eşliğinde masanıza getiriyor.
Amerikalılar, tam kendilerinden beklenebileceği üzere, çok daha teklifsiz bir dizi kafeinli içecek ritüeli icat ettiler: Köşe başındaki Dunkin' Donuts'da yağda kızartılan hamur tatlıları eşliğinde içilen kahve, ya da masa başında çalışırken krema tozu ve Sweet'n Low (yapay tatlandırıcı) eklenmiş hazır kahve. Bununla birlikte son 10 yılda, ABD'nin kafein tüketimine yönelik sabah ayini kesinlikle kalburüstü bir ortama taşındı. Yeni coffee shop furyası, bedava tazelenen 75 sentlik bir fincan filtre kahveyi, bir barista'nın her müşterinin ağız tadına göre özel olarak karıştırıp hazırladığı altı dolarlık bir fantezi kahveye dönüştürdü.
Starbucks'ın kurucusu Howard Schultz, "Bu ülkede yepyeni bir kahve ritüeli yarattık" diyor. Schultz, Seattle'ın Fourth ve Spring caddelerinin köşesindeki bir coffee shop'ın içindeki tek bir espresso barını 20 yıl içinde küresel bir simgeye dönüştürdü. Günde beş kupa kahve içen 51 yaşındaki Schultz, bürosunu turlayıp her şeyin nasıl başladığını anlatırken ayaklı bir enerji anıtından farksız.
Schultz, 1983'te Milano'ya gidip o muhteşem İtalyan geleneği espresso barının ambiyansına âşık olduğunda Seattle'daki Starbucks adlı -Melville'in Moby Dick'indeki ikinci kaptanın adından geliyor- bir kuru kahveci dükkânında tezgâhtardı.
Schultz tutkulu bir ses tonuyla, "Sohbet. Sosyal ortam. İnsanlar arasında iletişim. Ve iyi kahve, aradaki köprüyü kuruyordu. Bunu Seattle'da da yapabiliriz diye düşündüm" diyor.
1984 Nisanında Schultz, kuru kahveci dükkânının arka köşesine, Dunkin Donuts ve benzerlerinin daha önce rüyalarında bile görmediği caffe latte gibi esrarengiz içeceklerin satışa sunulduğu bir espresso barı kurdu. Birkaç gün sonra, dükkânın önündeki kaldırımda uzun kuyruklar oluştu ve Howard Schultz bir daha dönüp arkasına bakmadı. Çok geçmeden işten ayrılıp kendi espresso barı II Giornale'yi açtı. İki yıl sonra eski işyerini satın aldı; bugün dünya üzerinde 8500'den fazla Starbucks var ve bu yıl 1500 tane daha açılması planlanıyor.
Schultz, şirketinin başarısında kafeinin oynamış olabileceği rolün üzerinde durmaktan hoşlanmıyor: "Meselenin kafein olduğunu sanmıyorum. Bence ritüel, olayın duygusal boyutu gerçekten daha önemli."
Ama kafein es geçilemez. Schultz'un bürosunun birkaç kilometre aşağısında, Kentteki (Washington) kahve kavurma tesisinin müdürü Tom Walters bunu ilk elden biliyor. "Kahve ve kafein arasında bağlantı kurmamam istendi" diyor Walters, Kolombiya, Kosta Rika, Nikaragua ve Endonezya'dan taze toplanıp getirilmiş kahve çekirdekleriyle dolu 70 kiloluk çuvalların oluşturduğu dağlar arasında ağır adımlarla dolaşırken. "Ama burada gördüğümüz kafeinin haddi hesabı yok. Çekirdekleri kavurduğunuzda kafein kavurma tavasında ince bir tabaka oluşturuyor. Kahve molası veremeyecek kadar yoğun olduğumuzda bazılarımız parmağını tavanın kenarında gezdirip yalayarak ihtiyacı olan uyarıcı dozu alır."
Kuşkusuz yeryüzündeki en popüler içeceklerin çoğunun -kahve, kola, çay- "rastlantısal" olarak kafein içermesinin nedeni de bu uyarıcı dozu alma meselesi. İster laboratuarda çalışırken mocca içen bir lisansüstü öğrencisi olsun isterse tapmakta ilahi söyleyerek yeşil çayını yudumlayan keşiş; insanlığın gözde uyarıcısı dünyanın her yanında her gün iş başında.
Ve her gece... Londra'da kaldığımız yere dönersek, Egg'in yanıp sönen ışıkları ve çağıldayan gürültüsünde dans eden Lee Murphy, şimdi "Give it What Youve Got!" adlı parçanın elektronik ritmine eşlik ediyor. Elinde tuttuğu iki Red Bull kutusundan birini kafasına dikiyor. "Bak dostum, bunun bir uyarıcı olduğunu biliyorum" diye bağırıyor sesini duyurmaya çalışarak. "Ama bunun yaptığı kafaya ihtiyacım var."
Popüler bir dans parçasının art arda gümleyen nakarat bölümü iki metre boyundaki hoparlörlerden Öylesine bangır bangır yükseliyor ki, yankılanan her bir bas nota ahşap dans pistini deprem oluyormuşçasına sarsıyor. Göz kamaştıran kırmızı ışık, ter kokulan ve sigara dumanının iç içe geçtiği mor sisin arasından dans eden çiftleri aydınlatıyor: Mohıkan saçlı erkekler ve işlevsel bir yararı olamayacak kadar küçük boyutlardaki vinil etekleriyle kadınlar... Londra'nın popüler dans kulübü Egg'de saat sabahın 4.45'i; dans edenler arasından birkaçı ya kanepelere yığılmış ya da kendini bara atmış. Ama çoğunluk, uzun bir gecenin içki, uyarıcı madde ve tütün sarfiyatına ve yeri göğü inleten gürültüsüne bana mısın demeden, zangırdayan ahşap pistin üzerinde hâlâ şevkle ve neşe içinde salınıp duruyor. Bunu nasıl başarıyorlar? "Aslında genellikle sabaha karşı dört buçuk civarında bîr canlanmaya tanık oluyoruz" diyor Egg'in yöneticisi Simon Patrick. "O saatlerde herkes Red Bull içmek için bara üşüşüyor. Sonra sabaha kadar dans ediyorlar. Saat yedide onları kulüpten zor çıkarıyoruz."
Araştırmalar, dışadönük kişilerin kafeinin etkisine içedönük kişilerden daha az duyarlı olduğunu gösteriyor
Ayağında dans ayakkabıları ve her iki elinde de enerji içeceği Red Bull kutularıyla
pistte bir uçtan öbür uca süzülen Lee Murphy, müziğin gürültüsü içinde sesini duyurmaya çalışarak, "Tüm bedeniniz sanki 'hızlı ileri sarma' düğmesine basılmış gibi oluyor" diye bağırıyor. 29 yaşındaki Londralı hastabakıcı, "Sabah dört-beş sularında zilzurna sarhoş oluyorsunuz" diyor.
"İşte Red Bull burada devreye giriyor. İki kutu içiyorum; yarım litre speed çakmaya benziyor."
Enerji içeceği adıyla kutularda satılan karışımlar, Lee Murphy ve dünyanın dört bir yanındaki diğer gece kulübü müdavimleri açısından -bu arada bu liste maraton koşucuları, dağ bisikletçileri, savaş pilotları, gece gündüz durmaksızın sınavlara hazırlanan üniversite öğrencileri ve uyumadan önce 10 kilometre daha gitmeyi uman gece yolcusu kamyoncular vb, diye uzayıp gidiyor- insanlığın kullandığı en eski uyarıcı maddelerden birinin kafeinin, gazlı bir içecek halinde yeni bir sunumunu temsil ediyor. Büyük ticari başarı elde eden Avusturya ürünü Red Bull'un etkin bileşenini, diğer birkaç diğer birkaç bileşenle karıştırılmış hatırı sayılır miktardaki kafein oluşturuyor. 250 mililitrelik bîr kutu Red Bull, 350 mililitrelik bir kutu içecekten iki-üç kat daha fazla kafein içeriyor.
Fiziksel yorgunluğu gidermekle kalmayıp zihin açıklığı da veren çifte etkisi, kafeinin nikotin ve alkol gibi maddeleri çok geride bırakarak dünyanın en popüler keyif verici maddesi olmasını sağlayan nedenlerden biri. Kafein, meşrubat büfesi ya da espresso barın yanı sıra diyet arı ve ağrı kesicilerde de karşımıza çıkıyor. Ve, çocuklarımıza (tüm o gazozlar ve çikolatalar yoluyla) düzenli olarak verdiğimiz, alışkanlık yapıcı tek psikoaktif madde de bu. İşin doğrusu, gelişmiş ülkelerde bebeklerin çoğu -annenin içtiği kahve ya da buzlu çaydan göbek kordonu yoluyla geçen- kafein izleriyle dünyaya geliyor.
Sizin dozunuz ne kadar?
İlaç üreticileri piyasaya sürdükleri ilaçlardaki kafein miktarını etikette belirtmek zorunda; gıda ve içecek firmalarınınsa böyle bir zorunluluğu yok. Bilinen bazı ürünlerle ilgili bu örnekler, aldığınız dozların ne kadar hızlı artabileceğini gösteriyor.
Bademli sütlü çikolata, 170 gramda 25 mg
Espresso, 30cc'iik fincanda 40 mg
Demlenmiş çay, 240 cc'lik fincanda.. 50 mg
Coca-Cola, 600 cc'lik fincanda 57 mg
Red Bull enerji içeceği, 250 mL'lik kutuda 80 mg
Excedrin ağrı kesici, 2 tablette 130 mg
Filtre kahve, 355 mL'lik fincanda 200 mg
Kafeinin yaygın kullanımı, bazı bilim insanları ve kamu sağlığı savunucularını kaygılandırsa da bu, popülerliğine gölge düşürmedi. Red Bull'un ve onu taklit eden benzeri enerji içeceklerinin satışlarında patlama yaşanıyor. Bu arada tüm dünyada hızla yeni coffee shop'lar açılıyor. Starbucks her İş günü gezegenin bir yerlerinde zincirine dört yeni şube daha ekliyor ve 200 kişi daha işe alıyor.
Kafein eklenen ağrı kesicilerin tek başına kullanılan analjeziklerden daha etkili olduğu anlaşıldı.
İnsanların kahve ve çayın uyarıcı etkisinin aynı kimyasal maddeden kaynaklandığını öğrenmeleri üzerinden henüz 200 yıl dahi geçmedi. Çay, kahve, kakao ve kola ağacının yanı sıra 60'ı aşkın daha bitkinin yaprak, tohum ve meyvelerinde doğal olarak bulunan bir alkaloit olan bu "mucize ilaç", Taoculuğun büyük önderi Lao-tzu'nun yeni öğretisine, Taoizm'e, inananlara çayı bir iksir olarak tavsiye ettiği söylenen bir döneme, İÖ 6. yy kadar eskilere, uzanan bir tarihten bu yana insanlara salık veriliyor.
Ama 1820'ye, Batı Avrupa'da coffee shop'ların mantar gibi bitmesini izleyen döneme kadar, bu içeceği bu kadar popüler yapan şeyin ne olduğu merak edilmedi ve ancak bu tarihte yeni nesil bilim insanları bu sorunun yanıtını aramaya başladı. Kimyager Friedlieb Ferdinand Runge, bu maddeyi kahve çekirdeğinden ayrıştıran ilk isimdi. Yeni keşfedilen maddeye, kahvede bulunan şey anlamında "kafein" adı verildi. 1838'de ise kimyagerler çaydaki etkin bileşenin Runge'nin kafeiniyle aynı madde olduğunu fark ettiler. Yüzyıl sona ermeden aynı madde, kola tohumlarında ve kakaoda da bulunacaktı.
Ucuz markalarda kullanılan Robusta çekirdekleri, kahve tutkunlarının gözdesi Arabica çekirdeklerinden neredeyse iki kat daha fazla kafein içeriyor.
Kahve ve çayın Avrupa'da tutulmasının Sanayi Devrimi'ni müjdeleyen ilk fabrikaların faaliyete geçtiği döneme denk gelmesi, pek de rastlantı sayılmaz. Kafeinli içeceklerin -her zaman her yerde bulunan biranın yerini alarak- yaygın tüketimine başlanması, insan emeğinin çiftlikten fabrikaya geçtiği bu büyük ekonomik dönüşümü kolaylaştırdı. Kahve ya da çay hazırlamak için suyun kaynatılması, kalabalık kentlerdeki işçilerde hastalık vakalarının azalmasına yardımcı oldu. Ayrıca, vücutlarındaki kafein işbaşında uyuyakalmalarını da engelliyordu.
Modern dünya varlığını bir anlamda kafeine borçlu. Ve dünyamız modernleştikçe bu maddeye duyduğumuz gereksinim de gittikçe artıyor gibi görünüyor.
Kahvenin -ya da diyet kola veya Red Bull'un-yataktan kalkmamızı ve işi sürdürmemizi sağlayan bu ayıltıcı etkisi olmasaydı, gelişmiş dünyanın 24 saat çalışan toplumu davar olamazdı. Harvard Tıp Fakültesi'nden sinirbilimci ve uyku uzmanı Charles Czeisler, "İnsanlığın varoluş sürecinin çok büyük bir bölümünde uyku ve uyanıklık döngüsü, temelde gün ışığı ve mevsimlerle ilgili bir meseleydi" diye açıklıyor. "Çalışmanın doğasının, zamanın, güneşin doğuşu ve batışı yerine saate göre ayarlandığı kapalı yerlerde çalışma düzenine geçilmesi paralelinde değişmesiyle, insanların da buna uyum sağlaması gerekti. Kafeinli gıdalar ve içeceklerin yaygın tüketimi -elektriğin keşfiyle birlikte- insanların gün ışığına ya da doğal uyku döngüsüne göre değil de, saate göre belirlenen çalışma sürelerinin altından kalkmasını sağladı."
48 saat uyumamış denekler üzerine yapılan askeri araştırmalar, 600 mg kafeinin 20 mg amfetamin kadar dikkati artırdığını ve keyif verdiğini gösterdi.
Kanada'da gerçekleştirilen "Gece Şahini Tatbikatı" sırasında 52 saatte yalnızca üç saat uyumalarına izin verilen yorgun askerler (solda), "yorgunluğa karşı önlem" olarak her birinde 100 miligram kafein olan sakızları test ettiler (altta). Çiğnenmiş kafein doğrudan ağız mukozası tarafından emiliyor ve bu nedenle içecekler ya da haplardakinden üç kat daha hızlı bir şekilde etkisini gösteriyor.
Ender olarak kafein tüketen Czeisler, beyaz laboratuar önlüğünün içinde son derece enerjik ve zinde. Boston'daki laboratuarında dört dönerek raflardan çeşitli dergilerdeki makaleleri indiriyor ve kilit veri noktaları bulmak için bir yığın çizelgeyi tarıyor. "Kafein, uyanıklığı artırıcı terapötik bir madde" diyor.
Kafein ve Siz
Günde ortalama 650 miligram kafeine (yaklaşık 355 mililitrelik üç fincan kahve) alışmış tüketiciler, bu dozu almadıklarında, beyinlerindeki görsel ve işitsel etkinlik (solda, taramalarda parlak renklerle gösteriliyor) düşük düzeydeydi. 250 miligram kafein verildiğinde etkinlikleri arttı. Ama bu artış, ancak, arada bir kafein tüketen ve o anda kafein almamış deneklerinkine eşit düzeylerdeydi. Araştırmacı Paul Laurienti, "Düzenli olarak yüksek dozlarda kafein alıyorsanız," diyor, "beyninizin normal işlevlerini yerine getirmesi için ona gereksinim duyarsınız".
Bilim insanları, kafeinin "uyanıklığı artırıcı" gücünü açıklayacak çeşitli kuramlar geliştirdiler. Günümüzdeki ortak kanı, kafeinin insan vücudunda doğal bir uyku ilacı işlevi gören bir kimyasal olan adenozinle etkileşime girmesi üzerine odaklanıyor. Kafein, adenozinin uyutucu etkisini engelliyor ve uyanık kalmamızı sağlıyor. Ayrıca, makul miktarlarda alındığında keyif veren ve aktif olmayı sağlayan bir madde özelliği gösterdiği için, sabahın üçünde laboratuara tıkılıp kalmış öğrenciler ve akademisyenler içinde etkili bir iksir. Genellikle gece hiç uyumadan denklemleri üzerine çalışan Macar matematikçi Paul Erdös de, "Matematikçi, kahveyi teoremlere dönüştüren bir makinedir" deyişiyle ünlü.
Bir buçuk gün süresince kafein almamak beyinde kan akışını artırıyor, bu da insanların kafeini bırakmalarından hemen sonra yaşadıkları baş ağrılarına açıklık getirebilir.
Kafein, uykuyu kaçırma özelliği nedeniyle uzun yol yolcularının da tercihi. Jet lag'e karşı, okyanusaşırı uçuşlardaki koltuk sayısı kadar çare var. Ancak Bennett Alan Weinberg ve Bonnie K. Bealer'ın The Caffeine Advantage adlı kitapta özetlediği bir yaklaşımda, yolculuktan birkaç gün önce kafeinden kaçınmanız, uçaktan indiğinizde de, varış yerinizdeki normal yatma saatinize kadar ayık kalmanız için -tercihen gün ışığında- birkaç kez düşük miktarlarda kahve ya da çay içmeniz öneriliyor. (Bu makale üzerine çalışırken haftalar boyunca dünyanın dört bir yanma yaptığım yolculuklar sırasında bu yöntem bende işe yaradı.)
"Kafein, hepimizin doğuştan programlı olduğu sirkadyen (24 saatlik) ritimden çıkmaya çalışanların işini kolaylaştırır" diyor Czeisler. Bunu söyledikten sonra güleç yüzünden bir gölge geçiyor ve sesinin tonu bir anda değişiyor, "öte yandan," diyor ciddi bir ifadeyle, "tüm bu fazladan uyanık kalmalar için ödenen çok, çok ağır bir bedel var." Doktor, yeterli uyku alınmaması halinde -24 saatte ortalama sekiz saatlik uyku yeterli oluyor- insan bedeninin fiziksel, zihinsel ya da duygusal açıdan işlevlerini en iyi şekilde yerine getiremeyeceğini söylüyor. "İnsanlık olarak uykuya fena halde hasretiz."
Kafein o kadar keskin bir acılığı vardır ki, profesyonel yiyecek tadıcıların eğitimlerinde "acı"nın (bitter) ölçülerinden biri olarak kullanılır.
Aslına bakarsanız, diye sözlerini sürdürüyor profesör, modern dönemin kafein açlığının özünde bir kısırdöngü var. "Kafeinin tüm dünyada tüketiliyor olmasının başlıca nedeni uyanık kalmak" diyor Czeisler. "Öte yandan, insanların bu desteğe gereksinim duymasının başlıca nedeni de, yeterince uyumamak. Şunu bir düşünün: Kafein alarak zaten çoğunlukla kafein tüketmenin sonucu olan bir uyku açığını kapatmaya çalışıyoruz."
Dietrich Matescbitz'e soracak olursanız, ne kadar kafein tükettiği onun uykularını kaçıran bir sorun değil. Birkaç günlük beyaz sakalının altında ışık saçan kocaman, dost canlısı bir gülümsemesi olan bu Avusturyalı pazarlama sihirbazı, kendisini, ister sarp kayalıklara tırmansın, ister kayak yapmaya çıksın, ister Alplerde aşılması güç diklikteki bir yamaçta dağ bisikletinin pedallarını çevirsin, ya da işinin başında olsun, "riskle başı hoş biri" olarak tanınılıyor. Mateschitz'in riskle başının hoş olması anlaşılır bir şey, çünkü girdiği en büyük risk yepyeni bir ürünü süpermarket raflarına yerleştirerek, yüzlerce rakip ürünün ortaya çıkmasını sağlayarak ve kendisine milyarlar kazandırarak karşılığını kat kat fazlasıyla ödedi; üstelik de topu topu 15 yılda.
1980'lerde Alman kozmetik şirketi Blendax'ta çalışan Mateschitz, Doğu Asya'da cilt bakım ürünleri ve diş macunu pazarlıyordu. Frankfurt'tan Tokyo ve Pekin'e sık sık yaptığı gece uçuşları kaçınılmaz olarak Mateschitz'in her başına geldiğinde giderek daha çok nefret ettiği jet lag�e neden oluyordu. Sonuçta o bir satıcıydı ve işini doğru yapabilmesi için de enerjisinin doruğunda olması gerekiyordu. Ancak uzun uçuşlar onu yorgun düşürüyor ve halsiz bırakıyordu. Asya kentlerinin çoğunda taksi şoförlerinin sürekli küçük şişelerden yudumladıkları bir tonik dikkatini çekmeye başladı. Bangkok'a yorucu bir yolculuktan sonra taksi şoförüne içeceğini kendisiyle paylaşıp paylaşmayacağını sordu. Evreka! "Jet lag falan kalmadı" diye anımsıyor. "Bir anda kendimi çok zinde hissettim." Bu anıyı yaklaşık 20 yıl sonra anlatan Mateschitz o keşif anının büyük sevincini hâlâ anımsıyor. "O içeceklere Asya'nın her yanında rastlıyordum ve bu alanda devasa bir pazar vardı. Niye Batı'da bu ürün yok diye düşündüm."
Kafeinsiz kahve üretmek için kahve çekirdeklerinden elde edilen kafein, ilaç ve içecek üreticilerine satılır.
Elbette Batı'da, Asya'da içilen bu karışımların ana bileşeni, yani kafein zaten vardı. Dietrich Mateschitz e çok iyi gelen Krating Daeng (yani, kırmızı boğa anlamına gelen Red Bull) adlı o Tayland toniği, kafein, taurin adlı bir aminoasit ve glukoronolakton adlı bir karbonhidratın karışımıydı. Mateschitz, diş macunu pazarlama işini bırakıp, yaşamı boyunca biriktirdiği paraları Batı'da Krating Daeng satma iznine yatırdı. İçeceğin tadını ve ambalajını birazcık değiştirip -biraz da karbonat ekleyerek- 1980'lerin sonlarında Avrupa'da piyasaya sürdü.
Başlangıçta marketler bu enerji içeceğini nasıl satacaklarını bilemediler. Daha önce böyle bir ürün olmaması nedeniyle bu ürünün pazarı da yoktu. Mateschitz sorunu parlak bir reklâm kampanyasıyla çözdü. "Red Bull içilmez. Kullanılır" diyordu reklâmlar. "Uyumaktan başka yapacağınız daha iyi şeyler var." "Red Bull kanatlandırır."
Red Bull, uçurtmalı sörften yamaç paraşütüne dek çeşitli ekstrem spor etkinlikleri düzenlemeye başladı. Hedef kitle, eğitimli, dinamik ve yüksek gelirli Avrupalı genç kesimdi; yani gün boyu gerek stres gerekse temponun yoğun olduğu işyerlerinde çalışan, spor yapan ve gece boyu da kulüplerde sabahlara kadar içip dans eden insanlar.
Yüzyıl dönümüne gelindiğinde, votkayla Red Bull karıştırılarak yapılan Vodka Bull, Avrupa'nın kulüp müdavimleri arasında en çok rağbet edilen yeni kokteyl olmuştu bile. (Kulüplerde Red Bull ve tekila karışımı Bullgarita, Red Bull şampanya karışımı Chambull ya da Red Bull, Jâgermeister karışımı Bullmeister da satılıyor.) Şirketin "Red Bull harikası 24 saat ayakta tutar" dediği reklâmlarında, "Alkolle karıştırmak Red Bull'un özelliklerini değiştirmez" gibi iç rahatlatan bir söz de yer alıyordu.
Günümüzde bu ürün yüzden fazla ülkede, yılda yaklaşık iki milyar kutu satıyor. Mateschitz, Red Bull'un başarısındaki kendi rolünü alçakgönüllülükle geri plana atıyor ve tüm marifetin "formül"de olduğunu söylüyor. "Pazarlamada mevcut ürünlerden farklı olmalısınız" diyor. "Şimdi, kahvede kafein var ama acı bir tada sahip, ayrıca soğuk ye ferahlatıcı değil. Diğer içecekler ferahlatıcı ve susuzluk giderici ama bir yarar sağlamıyorlar. Zevk vermek, pazarlama açısından iyi bir şey; ama yararı olan, bir işlevi yerine getiren zevkli bir içeceğin de pazarda yeri olduğunu fark ettik. Pazardaki açık budur; bu açığı dolduran da Red Bull'dur."
Bir gazoza yüksek dozlarda alışkanlık yapan madde katarak "işlev" yüklenmesi, bazı insanları oldukça endişelendiriyor. Fransa ve Danimarka, yüksek kafein düzeyinin ve diğer katkı maddelerinin yol açabileceği sağlık sorunlarına ilişkin kaygılarını dile getirerek Red Bull gibi enerji içeceklerini tümüyle yasakladı. Başlangıçta, kendi vatanı Avusturya'da satılan Red Bull kutularında bile, Nicht mit Alkohol mischen -Alkolle karıştırmayın uyarısı bulunuyordu.
İrlanda'da, maç öncesi birkaç kutu Red Bull içen 18 yaşındaki bir basketbol oyuncusunun sahada düşüp ölmesinin ardından endişeler arttı. Red Bull'un bu ani ölümde payı olup olmadığı konusunda yapılan bir soruşturma sonuçsuz kaldı. Ancak sportif bir gencin açıklanamayan ölümü, Dublin hükümetini enerji içeceklerinin İrlanda halkının sağlığı üzerine etkisini inceleyecek bir uyarıcı içecekler Komitesi oluşturma konusunda harekete geçirdi.
Araştırmayı denetleyen İrlanda Gıda Güvenliği Kurulu'nun başkanı Martin Higgins, "İlk dikkatimi çeken şey, komite toplantısı sırasında ne kadar çok kahve içildiği oldu" diyor. "Sanırım hepimizin şu ya da bu şekilde uyarıcı alması gerekiyor." Komite, Red Bull ve benzeri ürünlerin tüm bileşenlerini incelediği halde en etkin maddenin kafein olduğu sonucuna vardı. "İnsanların para ödediği şey, enerji ya da fiziksel güçten çok kafeinin uyarıcı etkisiydi; özellikle de gece kulübü ortamında" diyor Higgins. "Komiteyi en çok endişelendiren şey de kafeindi."
Komite sonuç olarak, kafeinli enerji içeceklerinin tüketilmesinde -makul ölçülerde olduğu takdirde- ciddi bir risk görmedi. Komite, bu içeceklerin çocuklar, hamile kadınlar ve kafeine duyarlı kişiler için uygun olmadığına ilişkin uyarı etiketleri konulmasını ve spor ya da egzersiz sırasında bedenin kaybettiği sıvıyı geri almak amacıyla kafeinli içeceklerin tüketilmemesi gerektiği yolunda kamuya yönelik sağlık duyuruları yapılmasını tavsiye kararı olarak aldı.
Geçtiğimiz yıl kısmen İrlanda'daki bu araştırmayı rehber alan Avrupa Birliği, litresinde 150 miligramın üstünde kafein bulunan ambalajlı içeceklerin üzerine "yüksek miktarda kafein içerir" uyarı etiketinin konmasını şart koşmaya başladı. Bu standarda göre Red Bull ve rakiplerinin çoğu -ve bu arada eğer ondan söz edecek olursak bir fincan kahve de- yüksek kafeinli içecekler sınıfına giriyor, ama pek çok kola markası ve diğer içecekler girmiyor. Uyarı etiketi şartı, 25 AB ülkesinin tümünde geçerli. Avustralya ve Yeni Zelanda da kamunun uyarılması kuralını benimsedi. ABD'de bu tür bir kural olmasa da kutuda satılan enerji içeceklerinin çoğunda yine de uyarılar yer alıyor.
İrlanda'daki Uyarıcı İçecekler Komitesi'nin izlediği süreçten hiç hoşnut kalmayan -hatta araştırma heyetinden çekilmeye karar veren- bir üyesi, psikolog Jack James, bazı içeceklerin yüksek kafeinli olarak etiketlenmesinin kazandıracağı fazla bir şey olmadığı kanısında. Bu tür bir uyarı etiketiyle tüketicilerin kafein seviyesi düşük içecekleri tam bir güvenle içebileceğinin ima edildiğini belirtiyor ve bunun kanıtlarla desteklenen bir çıkarım olmadığını söylüyor. Dünyanın dört bir yanında insanlar yıllardan beri var olan kafein tüketimini sürdürürken, James de insanların bundan vazgeçmelerini gerektiren nedenleri belgeliyor. Bir meslektaşı bir ara ona kafein savaşçısı adım takmış. James, dört saatlik söyleşimiz boyunca bir bardak ılık suyu yudumladı. Eskiden her gün kafein alan James, yıllardır kafeine büyük ölçüde veda etmiş. "Bilimsel toplantılarda insanlar bana, 'Hey, Jack, kahve ister misin?' diye takılıyorlar." James, meşrubat ve kahve sanayilerinin desteklediği araştırma raporlarını eleştiriyor; ona göre bu raporlar kafeini, potansiyel zararlı etkilerine ilişkin kanıtları göz ardı ederek zararsızmış gibi gösteriyor.
Kendi araştırma raporları, kafeinin tansiyonu yükselten ve dolayısıyla kalp hastalığı riskini artıran psikoaktif bir madde olduğu yönünde uyarılarda bulunuyor. Ancak Jack James'in görüşü, kafeinle ilgili olarak kamuya yapılan sağlık duyurularının büyük çoğunluğuyla uyuşmuyor. Kahve ve meşrubat sektörleri kafeinle ilgili bazı laboratuar çalışmalarını desteklese de bunlardan bağımsız çalışan birçok araştırmacı da var. Ve genel kabul gören düşünce ise, dünyanın en popüler uyarıcısının makul seviyelerde -300 miligrama kadar (günde bir-İki küçük, 350 mililitrelik, bir kupa kahve ya da altı-sekiz kutu arası içecek)- tüketilmesinin tehlikeli olmadığı yönündeymiş gibi görünüyor.
Durum böyle olsa da, kafeinin bir uyarıcı madde olduğu gerçeği, insanların bu konudaki kaygılarını açıklayabilir. Uzun yıllar süren araştırmaların sonuçlarına göre, kafein alan insanlarda böbrek ve mesane kanseri, fıbrokist göğüs hastalığı, pankreas kanseri ve osteoporoz (kemik erimesi) görülme oranı daha yüksek. Yinede bu bulgular kafeinin söz konusu hastalıklara yol açtığını kanıtlamıyor. Yalnızca kısa vadedeki etkiler üzerine araştırma yapılabiliyor.
Diğer uyarıcı maddeler gibi kafeinin de zihinsel ve fiziksel işlevler üzerinde tartışmasız bir etkisi var. Denekler üzerinde yinelenen araştırmalar, kafeinin, analeptik (merkezi sinir sistemini uyarıyor) ve ergojenik (fiziksel performansı artırıyor) olduğunu gösterdi. Aynı zamanda diüretik bir madde; gerçi yakın tarihli araştırmalar, daha önceki yaygın kanının aksine, kafeinin makul miktarlarda alındığında sporcularda bile dehidrasyona (su kaybına) yol açmadığını gösteriyor. Kafeinli içecekler idrar atımım artırıyor artırmasına ama hemen hemen suyla aynı oranda. Kafein tansiyonu da yükseltiyor, ancak bu geçici bir etki. Ve bazı araştırmalar kafeinin kalsiyum kaybını artırdığını gösterse de bunun etkisi, günde 30 mililitrelik sütle bertaraf edilebilecek kadar az.
Aslında, araştırmaların çoğu, kafeinin insan sağlığı açısından yararları olabileceğine de işaret ediyor. Yapılan çalışmaların gösterdiğine göre, ağrıların dindirilmesine, migren ağrılarını önlemeye, astım semptomlarını azaltmaya ve morali yükseltmeye katkısı olabiliyor. Zihinsel bir uyarıcı olarak dikkati, kavrayışı ve tepki hızını artırıyor; yorgunluğa karşı iyi geldiğinden uzun süre boyunca ara vermeksizin araba ve uçak kullanma, matematik problemlerini çözme ve bilgisayara veri girme gibi yoğun dikkat isteyen işlerde performansı yükseltiyor.
Dahası neredeyse tüm dünyada tüketilmesine karşın kafein ender olarak kötüye kullanılan bir madde. Harvard Tıp Fakültesi Psikiyatri Bölümü'nden davranışçı farmakolog Jack Bergman, "kafeinin aşırı alınması halinde kendi kendini durdurma eğilimi söz konusu" diyor, "Sinîrli ve tedirgin oluyor, devam etmek istemiyorsunuz." O sinirli aşamaya gelinen nokta, kişiden kişiye büyük ölçüde değişiyor. Bazı insanlar kafeinin etkilerine genetik olarak daha duyarlı gibi görünüyorlar ve küçük miktarlarda tüketseler dahi anksiyete artabiliyor. Küçük bir azınlıkta, 300 miligram ya da üzerindeki dozlar gerginliği, endişeyi hatta panik atakları tetikleyebiliyor; bu da sinirli insanların neden genellikle daha az kafein tükettiğini gösteren araştırma sonuçlarına açıklık getirebilir.
Çocukların kafein tüketimi konusuna gelince: Kiloları daha az olduğu için yetişkinlerden daha az kafein tüketmeleri gerektiği açık. İrlanda'daki Uyarıcı İçecekler Komitesi raporu, endişe ya da sinirliliği artırma olasılığına karşı önlem olarak, çocukların yüksek oranda kafein içeren içecekleri kullanmaktan vazgeçirilmesini öneriyor. Ama az miktardaki kafeinin çocuklara zararlı olup olmadığına ilişkin elde kesin bir kanıt yok. Avustralya Yeni Zelanda Gıda Dairesi'nin raporunda varılan sonuç şu; göründüğü kadarıyla çocuklar kafeini daha çabuk metabolize ediyor ve kafeinin etkisine -iyi ya da kötü yönde- yetişkinlerden daha duyarlı oldukları konusunda kaygılanmak için bir neden yok.
ABD Gıda ve İlaç Dairesi'nin (FDA) mümkün olduğunca kafeinden uzak durmasını önerdiği bir kesim olan hamile kadınlar için dahi günlük doz makul seviyede tutulduğu sürece büyük bir risk yokmuş gibi görünüyor. Yale Halk Sağlığı Fakültesi'nden perinatal epidemiyolog Michael Bracken, son 20 yıldır bebek bekleyen binlerce kadının alışkanlıklarını gözlemledi. "Günümüzdeki kanıtlara dayanarak hamile kadınlara şunu güvenle söyleyebiliriz: Günde 300 miligramdan az kafein alıyorsanız -yaklaşık olarak bir-iki fincan kahve- çocuğunuza zarar verecek bir şey yapmıyorsunuz."
"Kafeinle ilgili yapılan tüm o araştırmalara baktığınızda, makul seviyede tüketimin sağlığınıza zarar vereceğini öne sürmek çok zor" diyor Bergman. "Davranışsal etkileri var, ancak hafif. Kuşkusuz bir miktar fiziksel bağımlılık yapıyor. Sabahları kalktığımda genellikle bir-iki fincan kahve içerim. Ama içmediğim zamanlarda yoksunluk belirtileri şiddetli değil."
Bazı kafein tiryakileri Bergman'a itiraz edebilir: Bir-iki gün kafein alınmaması, baş ağrısı, sinirlilik, halsizlik ve tabii, uykulu olma haline neden olabiliyor. Ama kokain ya da eroini bırakmakla kıyaslandığında, kafeinden kısa sürede ve kolayca kurtulabiliyorsunuz. Yoksunluk belirtileri genellikle İki ila dört günde kaybolsa da bir hafta ya da daha uzun sürdüğü olabiliyor. Yine de, kafein yoksunluğundan kaynaklanan rahatsızlık belirtilerinden kaçınma arzusu, milyarlarca insanın neden her gün kafein tüketmeye bu kadar meraklı olduğunu açıklayabilir. "Sabahları ilk kahvemi içene kadar çekilmez olurum" diyen biri, bir anlamda, hafif bir bağımlılık biçimini tanımlıyor.
Öte yandan, Jack James, fiziksel olarak kafein bağımlılığında görülen yaygınlığın -kafeinin moral verici etkisinin abartılması yoluyla- araştırma bulgularını çarpıtabileceğini iddia ediyor. Bir gruptakilere kafein verilen, diğerindekilere verilmeyen iki denek grubunu karşılaştıran araştırmacıların elde ettiği sonuç, kafein verilen grupta ruh hali ya da performanstaki herhangi bir iyileşmenin, yoksunluk belirtilerinden kurtulmanın verdiği rahatlama olabileceği yönünde. Surrey Üniversitesi'ndeki uyku araştırma merkezi fizyologlarından Derk-Jan Dijk, "Belki de hepimiz sonsuz bir kısırdöngünün içindeyiz" diye onaylıyor. "Kafeinle zihniniz açılır. Ertesi sabah etki kaybolunca ise zihninizi açmak için yine kafein alma ihtiyacı duyarsınız. Belki de bu döngüyü kırabiliriz. Benim gibi gündüz çalışanlar, belki kafeinsiz de gayet güzel idare edebiliriz."
Öte yandan, sabahtan -belki yanında bir poğaça ve çörekle- tadını çıkardığınız o kahve ya da çay ritüeli, yaşamın zevk aldığınız normal bir parçasıdır. Sakinleştiricidir. Günlük programınızı düzene koymanıza yardımcı olur. Ve tüm bunlar hepimiz için yararlı olabilir. İnsanlar yüzyıllardır en sevdikleri uyarıcı maddenin tüketimine eşlik eden sayısız ritüel icat ettiler. Sıklıkla ritüeller içeceğin de önüne geçti.
Japonya'nın çanoyu denilen yalın olduğu kadar zarif çay töreninde, çay odasının sadeliği, tatamiler üzerinde kimonoların yumuşak hışırtısı ve el işi kahverengi bir fincanın ince güzelliği, en az çayın kendisi kadar önemlidir.
İngilizler akşamüstü çayı ritüelini lüks ve ihtişam dolu bir gösteriye dönüştürdü. Londra'daki Formum & Mason gıda ürünleri mağazasının görkemli ışıltısında beş çayı, yeşil mermer sütunlar ve devasa buketler arasında, altın sarısı ve yeşil ince porselen fincanlarda servis ediliyor. Abartılı bir ilgiyle hizmet veren garsonlar, kanepe ve sandviçleri, kurabiyeleri ve tropik meyvelerle hazırlanan tartları, Earl Grey ya da Lapsang Souchong çayları eşliğinde masanıza getiriyor.
Amerikalılar, tam kendilerinden beklenebileceği üzere, çok daha teklifsiz bir dizi kafeinli içecek ritüeli icat ettiler: Köşe başındaki Dunkin' Donuts'da yağda kızartılan hamur tatlıları eşliğinde içilen kahve, ya da masa başında çalışırken krema tozu ve Sweet'n Low (yapay tatlandırıcı) eklenmiş hazır kahve. Bununla birlikte son 10 yılda, ABD'nin kafein tüketimine yönelik sabah ayini kesinlikle kalburüstü bir ortama taşındı. Yeni coffee shop furyası, bedava tazelenen 75 sentlik bir fincan filtre kahveyi, bir barista'nın her müşterinin ağız tadına göre özel olarak karıştırıp hazırladığı altı dolarlık bir fantezi kahveye dönüştürdü.
Starbucks'ın kurucusu Howard Schultz, "Bu ülkede yepyeni bir kahve ritüeli yarattık" diyor. Schultz, Seattle'ın Fourth ve Spring caddelerinin köşesindeki bir coffee shop'ın içindeki tek bir espresso barını 20 yıl içinde küresel bir simgeye dönüştürdü. Günde beş kupa kahve içen 51 yaşındaki Schultz, bürosunu turlayıp her şeyin nasıl başladığını anlatırken ayaklı bir enerji anıtından farksız.
Schultz, 1983'te Milano'ya gidip o muhteşem İtalyan geleneği espresso barının ambiyansına âşık olduğunda Seattle'daki Starbucks adlı -Melville'in Moby Dick'indeki ikinci kaptanın adından geliyor- bir kuru kahveci dükkânında tezgâhtardı.
Schultz tutkulu bir ses tonuyla, "Sohbet. Sosyal ortam. İnsanlar arasında iletişim. Ve iyi kahve, aradaki köprüyü kuruyordu. Bunu Seattle'da da yapabiliriz diye düşündüm" diyor.
1984 Nisanında Schultz, kuru kahveci dükkânının arka köşesine, Dunkin Donuts ve benzerlerinin daha önce rüyalarında bile görmediği caffe latte gibi esrarengiz içeceklerin satışa sunulduğu bir espresso barı kurdu. Birkaç gün sonra, dükkânın önündeki kaldırımda uzun kuyruklar oluştu ve Howard Schultz bir daha dönüp arkasına bakmadı. Çok geçmeden işten ayrılıp kendi espresso barı II Giornale'yi açtı. İki yıl sonra eski işyerini satın aldı; bugün dünya üzerinde 8500'den fazla Starbucks var ve bu yıl 1500 tane daha açılması planlanıyor.
Schultz, şirketinin başarısında kafeinin oynamış olabileceği rolün üzerinde durmaktan hoşlanmıyor: "Meselenin kafein olduğunu sanmıyorum. Bence ritüel, olayın duygusal boyutu gerçekten daha önemli."
Ama kafein es geçilemez. Schultz'un bürosunun birkaç kilometre aşağısında, Kentteki (Washington) kahve kavurma tesisinin müdürü Tom Walters bunu ilk elden biliyor. "Kahve ve kafein arasında bağlantı kurmamam istendi" diyor Walters, Kolombiya, Kosta Rika, Nikaragua ve Endonezya'dan taze toplanıp getirilmiş kahve çekirdekleriyle dolu 70 kiloluk çuvalların oluşturduğu dağlar arasında ağır adımlarla dolaşırken. "Ama burada gördüğümüz kafeinin haddi hesabı yok. Çekirdekleri kavurduğunuzda kafein kavurma tavasında ince bir tabaka oluşturuyor. Kahve molası veremeyecek kadar yoğun olduğumuzda bazılarımız parmağını tavanın kenarında gezdirip yalayarak ihtiyacı olan uyarıcı dozu alır."
Kuşkusuz yeryüzündeki en popüler içeceklerin çoğunun -kahve, kola, çay- "rastlantısal" olarak kafein içermesinin nedeni de bu uyarıcı dozu alma meselesi. İster laboratuarda çalışırken mocca içen bir lisansüstü öğrencisi olsun isterse tapmakta ilahi söyleyerek yeşil çayını yudumlayan keşiş; insanlığın gözde uyarıcısı dünyanın her yanında her gün iş başında.
Ve her gece... Londra'da kaldığımız yere dönersek, Egg'in yanıp sönen ışıkları ve çağıldayan gürültüsünde dans eden Lee Murphy, şimdi "Give it What Youve Got!" adlı parçanın elektronik ritmine eşlik ediyor. Elinde tuttuğu iki Red Bull kutusundan birini kafasına dikiyor. "Bak dostum, bunun bir uyarıcı olduğunu biliyorum" diye bağırıyor sesini duyurmaya çalışarak. "Ama bunun yaptığı kafaya ihtiyacım var."