Deli dana hastalığı

Filed under: by: İbrahim TERLEMEZ


1995 yılında, Creutzfeldt-Jacob (nvMCJ) hastalığının yeni bir versiyonu ilk kurbanını aldığında insanlar hiçbir şey anlamamıştı. O gün bugündür "deli dana" hastalığıyla ilgili tartışmalar yepyeni boyutlara ulaştı. Özellikle, hastalığa yol açan "prion"un bulaşıcılığı konusunda endişe verici gelişmeler söz konusu...

Kanada ve Avustralya, 1980-1996 yılları arasında Fransa ya da İngiltere'de 6 aydan fazla ikamet eden vatandaşlarının kan vermesini kesinlikle yasakladı. Bu önlemle birlikte, hastalığın kan yoluyla bulaşıp bulaşmayacağı gündeme geldi. İngiliz basını, bir süre önce annesinin kanından bu hastalığı kapan bir kız çocuğunun öyküsünü gün ışığına çıkardı. Yine son olarak, İngiltere'de gerçekleştirilen bir deney, "deli dana prionu"nun koyundan koyuna geçebileceğini duyurdu.
Panik listesi bu kadarla sınırlı değil... 20 Ekim 2000 tarihinde, İngiliz hükümeti, İngiliz sığırlarının cenin serumundan hazırlanan bir çocuk felci aşısını piyasadan topladı. Fransa'da, gevişgetiren hayvanların beslenmesinde hayvansal unların kullanımı yasaklandı. Ayrıca, mezbahalarda "deli dana" testleri zorunlu hale getirildi.
Avrupada, Creutzfeldt-Jacob hastalığının bir versiyonu olan "deli dana" hastalığından hayatını kaybedenlere en çok İngiltere'de rastlanıyor. 1995 yılından beri, bu ülkede tam 85 kişide bu hastalık saptandı; bunlardan 81'i öldü. En son kurban, 20 Ekim 2000 tarihinde hayata gözlerini yuman 14 yaşında bir gençti. Olayın endişe verici boyutu, hastalığın bulaşmasından 2 yıl sonra ölmesiydi... Oxford Üniversitesi öğretim üyelerinden Roy Anderson, önümüzdeki yüzyılda Avrupa’da hasta sayısının 5 milyonu bulmasından çekiniyor.
Deli dana hastalığı, üzerinde çok konuşulan, ancak bilgilerin somutlaşmadığı bir konu... İşte bu nedenle, önce bilgilerimizi yenileyelim.

1.. Prion ne demek?
Ne virüs, ne bakteri olan ve İngilizce "Proteinaceous Infectious Particle" kelimelerinden türeyen "prion", bulaşıcı bir protein parçacığı. Ancak, çok güçlü ve dayanıklı... Ne klasik sterilizasyon yöntemlerinden, ne formol ne de radyasyon ışınlarından etkileniyor. Amerikalı bilim adamı Stanley Prusiner (1997 yılında Nobel Tıp Ödülü'nü kazandı) bu "konvansiyonel olmayan" etkeni, yani "bulaşıcı spongiform ensefalopati"ler (transmissible spongiform encephalopathy) yaratan prionu TSE olarak tanımladı. Hastalık, 1732 yılından bu yana koyunlarda "titreme" hastalığı, 1920'den beri insanlarda Creutzfeldt-Jacob ve geyiklerde de CWD hastalığı olarak biliniyordu.
Bugün ise kabul gören en güçlü hipotez, "prion"un kurbanlarının beyninde plakalar halinde biriken bir protein olduğu görüşünde birleşiyor. Genetik bir rahatsızlık değil. Yani genlerden kaynaklanmıyor. Aslında sıradan bir glikoprotein... Nöronlardan, spermatozoitlere kadar çok sayıda hücre tipinde bulunuyor. Bütün sorun, bu proteinin normal değil, kötü bir biçimde katlanması... Söz konusu proteinin ( PrPc), organizmadaki normal rolü bilinmiyor. Sadece beyinde hücreler arasındaki aktarımı sağladığı düşünülüyor. Bu proteinin hatalı yapılanması sonucu, koyunlarda "scrapie" hastalığına yol açanına PrPsc, deli dana hastalığına yol açanına da PrPbse adı veriliyor. Bu hastalık etkeni prion, hücrede bazı fibrillerin oluşumuna yol açıyor ve sonuçta beyin, süngerimsi bir hal alarak ölüyor. Peki ama, bu hatalı biçimlenme proteinin kendi başına gerçekleştirdiği bir eylem mi, yoksa bilinmeyen, gizemli bir yardımcısı var mı?

2. Prion neden toksik etkiye sahip?
Normal protein (PrPc), enfeksiyon taşıyan bir maddeye dönüştüğünde (PrPsc) biçim değiştiriyor. Temel bileşimleri olan aminoasitler, sarmal şeklinde biçimleneceğine, yapraklar gibi birbirinin üstüne birikmeye başlıyor. Ve "beta yaprak" adı verilen tabakalar, hâlâ bilinmeyen bir yöntemle beyne ulaşıp, orada toplanıyorlar ve buradaki nöronları öldürmeye başlıyorlar. Yaşlanma stresi etkisindeki beyin hücrelerinin bu enfeksiyonlu prionlardan daha kolay etkilendiği belirtiliyor.

3. Prion bir türden diğerine geçiyor mu?
1986 yılına kadar geçmediği düşünülüyordu. Ancak, bu tarihte patlayan "deli dana" hastalığı bu tabuyu yıktı. 80'li yıllarda prionun hayvansal yemler aracılığıyla sığırlara bulaştığı saptandı. 1732 yılında koyunlarda görülen titreme hastalığı insana bulaşmıyordu. Ama, sığır kökenli prionun önce insana, daha sonra kedilere ve hayvanat bah-çelerindeki geyiklere bulaşması, tehlikenin boyutlarını büyüttü.
Deli dana hastalığı, deneysel olarak koyun, sığır, misk, fare ve maymunda oluşturuldu. Laboratuvarda domuz prionu oluşturma çalışmaları yapıldı, ama bu diğer türlere oranla daha zor oldu. Tavukta ise, deli dana hastalığına yol açan prion henüz oluşturulamadı. İnsanlara bu hastalık, hasta sığırların etken kısımlarının (beyin, omurilik, sırttaki spinal gangliyonlar, kafa, göz, dalak, bağırsaklar, hipofiz ve timus) yenmesiyle bulaşıyor. Et ve süt, en az riskli ürünler...
Ne var ki, bulaşma riski bu kadar dar kapsamlı değil... Sığırlarda beyin, omurilik, dalak, hipofiz, timus ve incebağırsağın alt kısmı, kozmetiklerde ve ilaçlarda kullanıldığı için hastalığın bu yolla bulaşma riski de tartışılıyor. Ayrıca, kan nakli ile bulaşma riski sürekli araştırılıyor. Deli dana hastalığının nedeni olan enfeksiyonlu protein, normal sterilizasyon yoluyla yok edilemediği için, özellikle bademcik, apandisit ve beyin-omurilik ameliyatları da riskli kabul ediliyor.

4. Hastalık için gerekli enfeksiyon dozu ne kadar?
Bilimsel anlamda henüz tam olarak bilinmiyor. Dolaylı bir şekilde kobay fareler üzerinde deneniyor. Ancak deneyler çok yavaş ilerliyor. Bu arada Avrupa Bilim Komitesi bir kriter saptadı: Bir milligram hastalıklı beyin parçası, ağız yoluyla alındığı takdirde bir sığırı hasta etmeye yetiyor. Şimdi 1, 10 ve 100 miligramlık parçalar üzerinde çalışılıyor ve sonuçların 2003 yılında alınacağı belirtiliyor.

5. Bir sığırın deli dana hastalığına yakalandığı nasıl anlaşılıyor?
Hastalığın klinik seyri, ne yazık ki, sadece bazı belirtileri saptamayı mümkün kılıyor. Ölümden önce sığırlarda hastalığı teşhis edecek bir yöntem yok.
Tam bir teşhis için, ölümü beklemek gerekiyor. Bu arada, sonuçları tartışmalı ve pahalı olsa da başvurulan iki yöntem var. Bunlardan birincisi mikroskopta beyin dokusunu incelemek. İncelemede, tabakalar halinde birikmiş deli dana prionları saptanabiliyor. İkinci yöntem ise, anormal proteinin bazı antikorlarla belirlenmesi... "Western-blot" adı verilen bu testlerde "proteinaz K" antikoru kullanılıyor. Bu enzim, normal prionları yok ederken, anormal prionlara kısmen zarar veriyor.

6. Sağlıklı görülen bir hayvan, hastalık taşıyabilir mi?
Kesinlikle evet... Hastalık belirtileri, sığırlarda 3-6 yıl (en erken 20 ay, en geç 15 yıl) arası bir dönemde ortaya çıkıyor. Sığırlarda erken saptanacak tek belirti, süt verimindeki azalma... Ancak bu, her zaman söz konusu olmuyor. Erken görülen sinir sistemi belirtileri ise, davranış değişiklikleri, hareket bozuklukları, endişe, korku, ürkeklik, kapıdan geçmek istememe, sağım makinelerini tekmeleme, saldırganlık ve sürüden ayrılma... Hastalığın ileri aşamalarında ise, tükürük salgısında ve solunum sayısında artış, baş ve boyunda kaşınma, kaslarda titreme, kafa tokuşturma, kuyruk sallama, kafa sallama, sallantılı yürüyüş, felç ve kilo kaybı... Bu son belirtileri gösteren sığırlar 2 hafta ile 1 yıl içinde ölüyorlar.
İnsanlarda ise, 5-5 yıl (en erken 22 ay, en geç 40 yıl) arasında ortaya çıkıyor. İnsanda görülen erken klinik belirtiler arasında hafıza kaybı en önemlisi... Ardından depresyon, endişe, davranış bozuklukları, kas titremeleri ve saldırganlık görülüyor. En son aşamada ise felç ortaya çıkıyor ve hasta birkaç ay içinde ölüyor.
Enfeksiyonun dağılması, hem prionun kökenine, hem de onu alan organizmanın yapısına göre değişiklikler gösteriyor. 4 ay boyunca 100 gram hastalıklı beyin tüketen bir sığırda, prionun beyne hangi yoldan ulaştığı henüz bilinmiyor. Ama aynı hayvanın dalak, bademcik ve apandis gibi organlarında priona rastlanmıyor. İnsanda ve koyun-larda hastalığın beyne lenf yolları sistemiyle yayıldığı tahmin ediliyor.

7. Herkes aynı riski taşıyor mu?
Hayır... İnsanda, PrPc (normal prion) üretimini kontrol eden genlerin düzeninde zararsız bir varyasyon söz konusu... Bu varyasyon gereği, proteinin 129. aminoasidi ya "metionin" ya da "vanin"... Bugüne kadar deli dana hastalığına yakalanan tüm insanlarda bu varyasyon metionin-metionin biçiminde görülüyor. Ancak bu, genetik yapısı sadece bu varyasyon özelliği gösteren kişilerin kesinlikle "deli dana" hastalığı riski taşıdığı anlamına gelmiyor. Genetik yapısı metionin-vanin özelliği gösteren kişilerde, hastalığın kuluçka süresi belki çok daha uzun...
Son bir nokta da, gençlerin yaşlılardan daha fazla bu hastalığa yakalanmaları... Bilim adamları bu durumu iki şekilde açıklıyorlar: Birincisi, gençlerin 80'li yıllarda riskli et olan sosis, salam gibi yiyecekleri daha fazla tüketmeleri... İkincisi, yaşlılarda hastalığın kuluçka süresinin daha uzun olması... Nitekim 1999 yılında 79 yaşındaki bir kişinin deli dana hastalığından ölmesi, bu ikinci tezi doğrular nitelikte bulunuyor.

8. Hastalığın kandan bulaşması mümkün mü?
Bugüne kadar gerçekleştirilen 24 ciddi laboratuvar çalışmasının hiçbiri hastalığın kan yoluyla bulaştığını göstermemiş. Yine hastalığa yakalanan hayvanların kanı da bulaşıcı bir özellik sergilemiyor. Plasentaya gelince, koyun plasentasının bulaştırıcı özelliği var, sığırınkinin ise yok... Ancak, bu konudaki çalışmalar birbirlerini yalanlar nitelikte... İngiltere'de, Compton Hayvan Sağlığı Enstitüsü'nde 19 sağlıklı koyuna, 19 hastalıklı koyunun kanı aşılanmış. Bu 19 sağlıklı koyundan sadece bir tanesinde deli dana hastalığı görülmüş. Kan verilen sağlıklı koyunda hastalığın belirtileri 610 gün sonra ortaya çıkarken, hastalıklı koyunda kuluçka süresi 629 gün olmuş. Bu noktadan hareket eden bilim adamları, koyun kanının bulaştırıcılık özelliğinin de çok zayıf olduğunu ileri sürüyorlar.

9. Kişi, sağlığında taşıyıcı olduğunu bilebilir mi?
Çok zor... Çünkü organizma kanda bu hastalığa karşı antikor üretmiyor. Ancak, sığırdan farklı olarak, insanda lenfoit dokularda priona rastlandı. Eğer bir insan, hastalığın erken belirtilerini gösteriyorsa, bademciklerinden parça alınıp enfeksiyonlu prion olup olmadığı araştırılabilir. Yine insanlarda, beyin-omurilik sıvısında 14-3-3 proteini ile serumda S-100 proteininin yoğunluğunda artış olduğu vurgulanıyor. Bu yöntemi daha çok Alman bilim adamları deniyor. İdrarda da bazı maddelerin arttığı bildirilmekle birlikte, bu testler henüz bilimsel olarak kanıtlanmış değil... İnsanlarda "single photon emission computed tomography" (SPECT) ve kraniyal manyetik rezonans (MR) teknikleri bazı önemli bulgular veriyor.

10. Hastalığın tedavisi var mı?
Henüz yok... Bazı deneyler, normal prionun (PrPc) toksik priona (PrPsc) dönüşmesini engelleyecek moleküller peşinde yoğunlaşıyor. Yine bazı araştırmacılar, hastalıklı prionların beyinde tabakalar halinde birikmesini önleyecek bazı peptitleri (kısa sekanslı aminoasitler) test etmeye çalışıyorlar. Bir başka araştırma alanı ise, dalakta foliküler dendritik hücrelerin olgunlaşmasını önlemek... Çünkü, hastalıklı prionların çoğaldıkları yer burası... Ayrıca, Kongo kırmızısı veya amfoterisin B gibi kimyasal maddelerin hastalıklı prionların birikmesini önlediği söyleniyor. Ne var ki, bu maddeler de bizzat prion kadar toksik etkilere sahipler...